23 Aralık 2014 Salı

Bismillahirrahmanirrahim. 23.12.2014


BU YAZI BİD’AT HAKKINDADIR.
Bu yazının kaleme alınmasının sebebi pek çok hoca, imam hatta büyük camilerde vaaz eden vaizler ile yaptığım sohbetlerde BİD’AT konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını tespit etmem olmuştur.
İnternet ortamında yaptığım araştırmalarda ise meselenin net bir şekilde ortaya konamadığını tespit ettim. Bazılarının bid’at dediğine diğeri bid’at değildir demekte, bid’at olarak ortaya konan şeylerin pek çoğu ise asıl bid’at olarak kabul edilmemektedir.

BİDAT NEDİR?
Farklı tarifleri olmakla beraber bid’at’ın ortak tarifi “Dinde olmayan ve dine sonradan sokulan şeylerdir”
“Bütün bid’atler dalalettir, bütün dalaletler de ateştedir” hadis-i şerifi ve “Allah cc bid’at sahibinin namazını, orucunu, haccını, zekatını, cihadını, tövbesini kabul etmez. Ta ki o bid’ati terk edene kadar. Bid’at ehli kılın yağdan çıktığı gibi dinden çıkar” Hadisi şerifi bid’at’ın ne kadar mühim bir mesele olduğunu ortaya koymaktadır.
Bid’at konusunda çok farklı fikirler ortaya konmuştur. Bu konuda başta mezhep imamları olmak üzere pek çok müçtehid ve alimler farklı fikirler ortaya koymuşlardır. Bazı bid’atler kişinin dinden çıkmasına, namaz oruç, hac,zekat gibi ibadetleririnin kabul olmamasına sebep olurken bazı bid’atler de güzel bid’a olarak kabul edilmişlerdir. Bazı bid’atler bid’at te olsalar kişinin dinden çıkmasına sebep olmadığı gibi belki günah da değillerdir. Hatta bidat olarak bilinen nice amel aslında bid’atte değildirler. Bu yüzden bazı alimler bid’ati “Bid’at-i hasene ve Bid’at-i seyyie diye ikiye ayırmışlardır.
Hz. Ömer (r.a), Mescid-i Nebevi'de teravih namazını cemaatle kılanları görünce, "Bu ne güzel bir bid'attır" diyerek teşvik etmiş ve bid'at-ı haseneyi belirtmiştir. (Buhârî, Teravih, 1)
Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere bid’atin pek çok çeşidi vardır ve kötülükte de dereceleri farklı farklıdır. Dolayısıyla hangi hareketler bid’aya dahildir, hangileri kişiyi sevaptan mahrum bırakır, hangileri bi’dat değildir veya hangileri kişinin namazının orucunun, haccının, zekatının kabul olmamasına sebep olur? Bu konularda farklı fikirler ve farklı yorumlar ortaya konmuştur. Bu yüzden bid’at konusu net bir şekilde anlaşılamamıştır. Bu konu bu kadar geniş ve çok farklı boyutlara sahip olduğundan her bir hareketin bid’at olup olmadığını ortaya koymak elbette mümkün olmayacaktır. Ancak en azından ana hatları ile ve herkesin bilmesi gereken kısmını ortaya koymak mümkündür.
Konunun net anlaşılması için basit bir tarif yapalım:
DİNDE MEVCUT OLAN BİR ŞEYİ KALDIRIP YERİNE YENİ BİR ŞEY KOYMAK BİD’ATTİR. O YENİ KONAN ŞEYE BİD’AT DENDİĞİ GİBİ ONU KOYANA VE ONUNLA AMEL EDENE DE EHL-İ BİD’AT DENİR.
Dinimizde olan şeylerin içinde ayet ile sabit olan farzlar vardır. Ayrıca vacipler, sünnetler vardır. Sünnetlerin içinde de terki veya değiştirilmesi mümkün olmayan ve ibadete taalluk eden müekked ve gayri müekked sünnetler ve şeaire taaluk eden sünnetler vardır. Ayrıca ibadete taaluk etmeyen ve adab tabir edilen yeme içme, yatıp kalkmak gibi sünnetler vardır.
Mesela: peygamberimiz sav yerde ve eli ile yemek yerdi. Kişi eğer bu sünnete uysa adabını ibadete çevirmiş ve sünnetten hissesini artırmış ve sevap kazanmış olur. Ancak bir kişi kaşık ile ve masada yemek yese bu kişi sünnete muhalefet etmiş ve bid’at işlemiş olmaz. Zira sünnetin adab kısmına muhalefete bidat denmez.
Âdette bid'at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid'at, bir ibadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz. Âdette olan bid'at, ceket, pardesü giymek, çay ve kahve içmek gibi dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı ve Rum cübbesi giydiği hadis-i şerifle bildirildi. (Tirmizi)
Fen ve fen bilgileri dinde bid'at değildir. (İlim Çin’de de olsa alın! Fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın) hadis-i şerifleri, kâfirlere uymayı değil, fenni onlarda bile olsa, arayıp bulmayı emrediyor. (Mevduat-ül-ulum)
Öyleyse kişinin namazını orucunu haccını yok eden hatta dinden çıkmasına sebep olan bidatler hangileridir?
Kötü bid’at; Dinimizde farz veya vacip olan bir şeyin kaldırılmasına ve onun yerine başka bir şeyin getirilmesine ve tatbik edilmesine denir.
Ayrıca İbadete taalluk eden ve şeair olan sünnetlerin de kaldırılıp yerine başka şeylerin getirilmesi bid’attir.
Peygamberimiz sav şöyle buyuruyor:
Kim de bir bid'at icat ederek onunla amel edilmesine sebep olursa, o bid'at ile amel edenlerin yüklenecekleri günahlardan hiçbir şey eksiltmeden onların günahlarının bir katını yüklenmiş olacaktır." (İbn Mâce, Mukaddime, 15)
Mesela; Mirasın dinimizde nasıl dağıtılacağı ayet ile sabittir. Mirasta annenin babanın payları vardır. Kadının veya kocanın payları erkek ve kız kardeşlerin payları ayet ile tespit edilmiştir.
İşte bu ayet ile sabit Allah’ın emri olan paylaşımı beğenmeyip kaldırmak ve onun yerine başka bir paylaşım şekli getirmek bid’attir. Bunu getiren ve onu kabul edip ona göre paylaşanlar ehl-i bid’at olanlardır. İşte bunların namazları, oruçları, hacları, cihadları, tövbeleri kabul olmaz. Hamurun içinden kılın çıkması gibi dinden çıkarlar. Bunlara ehl-i bid’at denmesinin sebebi bu kişilerin namaz kılıp oruç tutmaya devam etmelerinden ve hacca umreye gitmelerindendir.
İkinci bir misal; Allah cc ayet ile sabittir ki “hırsızın elini kesin” diyor. Elbette her hırsızın eli kesilmez. Bunun da şartları vardır. Ancak fıkıhta belirtilen şartlar oluşunca hırsızın elinin kesilmesi ayet ile sabit olan Allah’ın bir emridir.
Şimdi “bu devirde hırsızın eli mi kesilir” diyerek dinimizdeki bu ayet ile sabit olan hükmü kaldırıp yerine başka bir ceza getirmek bid’attir. Bunu getiren ehl-i bid’at olduğu gibi bunu benimseyen ve bunu doğru kabul edenler de ehl-i bid’at olanlardır. İşte bunların da namaz oruç gibi bütün ibadetleri kabul olmaz.
Üçüncü bir örnek: Kadınların tesettürü ayet ile sabit bir farzdır. Bu tesettürü kaldırmak ve tesettüre zıt kıyafetler getirmek bid’attir.
Bu üç örneğe haksız adam öldürene verilen ve ayetle sabit olan kısas cezasını kaldırıp yerine başka bir ceza konulmasını, Allah’ın ayet ile sabit evlenme ve boşanma ile ilgili hükümlerini beğenmeyip kaldırıp yerine başka hükümlerin getirilmesini, dinimizde kız ve erkek çocukların ayrı ayrı eğitim görmesini kaldırıp karışık eğitim getirilmesini, mahkemelerde Allah’ın hükümlerine göre değil de başka hükümler getirlimesini ve hakeza kıyas ediniz. Sadece ayet ile sabit olan ve kaldırılan farzları ve yerine konulan bid’atleri düşünürsek her tarafın bid’atler ile dolu olduğunu görürüz.
Bid’atlere bir de sünnetlere taalluk eden bidatlerden örnek verelim. Mesela; ezan şeaire taaluk eden bir sünnettir. Bunun aslını değiştirmek ve başka her ne şekilde olursa olsun okumak kötü olan bir bidattir. Bunu yapana da ve bunun güzel olduğunu kabul edene de ehl-i bid'at denir. Bu da ateşte olan bir bid’attir.
Demek ibadete ve şeaire taalluk eden sünnetleri kaldırmak ve yerine başka bir şey getirmek bidattir.
Ancak ibadete taalluk etmeyen adab tabir edilen sünnetlere olan muhalefete bidat denmez.
Mesela: masada yemek yemek, kaşık kullanmak, abraya binmek, uçağa binmek gibi.
Bir de din ile alaksı olmayan şeyler vardır. Onlara zaten bid’at denmez. Mesela, arabaların gitmesi için otoban yapmak, biçer döğer ile hasat kaldırmak, bilgisayar kullanmak, telefon kullanmak gibi.
Netice olarak:
1. Dinde ayet ile sabit olan bir farz veya vacibi kaldırıp yerine başka bir şey getirmek bid’attir. Bunu getiren kişi de, bu bid’ati güzel kabul edip yapanlar da ehl-i bid’attirler. İşte bu kişiler namazı orucu, haccı, zekatı, tövbesi kabul olmayan ve hamurun içinden kılın çıkması gibi dinden çıkan kişilerdir. Halbuki bu kişiler namaz kılıp oruç ta tutabilirler.
2.Şeaire ve ibadete taalluk eden bir sünneti kaldırmak ve yerine başka bir şey getirmek bid’attir ve kişinin namazının orucunun haccının, cihadının ve diğer ibadetlerinin kabul olmasına engel olur. Ezanı türkçeye çevirmek gibi.
3.Kitap ve sünnete zıt olmamak, bir farz, vacip veya bir sünneti kaldırmamak veya değiştirmemek şartı ile hatta asılları kitapta olmak şartı ile yapılan yeni ibadet tarzlarına bid’at denmez.
Mesela: sünnette olmayan ancak kitap ve sünnete zıt olmayan namazların arkasından toplu tesbihat yapmak gibi. Mesela; bir adam her namazın arkasından 100 ihlas okusa buna bid’at denmez. Bid’at dense bile bid’ay-ı haseneye girer. Camilerde cemaatle yapılan toplu tesbihatta böyledir. Tarikatlardaki asılları kitap ve sünnette olan zikir ve tesbihatlar da böyledir. Bazı camilerde farz namazdan önce üç ihlas bir fatiha okunması da böyledir.
Her tarikatın kendi meşrebine göre ayrı ayrı tarz ve şekilde virdleri, zikir ve tesbihleri vardır. Bu zikirlerin asılları Kitab ve sünnetten alınmak şartıyla ve sünnete aykırı olmamak ve bütün bütün sünneti değiştirmemek kaydıyla bid'at değildir. Bu çeşit uygulamaya bazı âlimler, bid'at demiş olsalar da, 'bid'a-i hasene' adını vermişlerdir
4.Dinimizle ilgisi olmayan yeni şeylere bidat denmez. Mesela; Arabaya ve uçağa binmek, bilgisayar, telefon kullanmak gibi.

Şimdi bid’at olup olmadığı konusunda ihtilafa düşülen bazı örnekleri inceleyelim:
Günümüzde yaygın olarak mevlid okunmaktadır. Bu tarz mevlid okumak okutmak önceden yoktu. Bu yüzden bazıları mevlid okunmasına bid’at demişlerdir.
Önce mevlidde ne yapıldığına bakalım.
Mevlid Kur’an okunarak başlanan peygamberimizi öven sözler söylenen ve arada salavatlar getirilen ve bir aşır okunup dua edilerek bitirilen bir dini merasimdir.
Şimdi buraya baktığımızda dinimize zıt bir iş yoktur. Zira dinimizde Kur’an okumak ta vardır salavat getirmek te. Peygamberimizi öven şiirler de vardır dua etmek te.. Dolayısıyla bu tarz bir tören önceden dinimizde olmasa da yapılanların asılları dinimizde vardır. Dolayısıyla bu yapılan merasime bid’at denmez, dense bile bid’ay-ı hasene gurubuna girer.
Kış memleketlerinde evlere kalorifer taktırmak ve bu şekilde ısınmak bidat olmadığı gibi yazın serinlemek için klima kullanmak ta bidat değildir. Çünkü bunlar dini meseleler değildir.
Dinimizde meşru dairede eğlenmek ve düğün merasimi yapmak caizdir. Kadınlar ayrı erkekler ayrı olarak haram olmayan şekilde eğlenirler. Bu tarzı kalırıp dinimizin yasak ettiği şekilde kadın erkek karışık eğlenmek, beraber çalıp oynamak bid’attir.
Dinimizde karşılaştığın zaman selam vermek sünnettir. Selamın şekli de bellidir. Bu selamı kaldırıp yerine başka bir şey söylemek bid’attir.
Dinimizde musafahalaşmak vardır ve şekli de bellidir.
Demek yeni ortaya konan bir şey hakkında hüküm verebilmek için önce o şeyin dinimizdeki bir farzı, bir vacibi, bir sünneti kaldırmış mı, yerini ve şeklini değiştirmiş mi, veya dinimizde yasaklanmış olan bir şey midir bakmak lazımdır.
Adam sabaha kadar namaz kılsa bu bid’at olmaz. Çünkü namaz kılmak zaten dinimizde vardır.
Mesela: yakasız gömlek giymek bid’at midir, değil midir? Giymesek ne olur?
Bunlar adab tabir ettiğimiz sünnet kısmına girer. Dolayısyla adab kısmına ait sünnetlere muhalefete bid’at denilmez. Ancak ne kadar bu kısım sünnete uyulursa o kadar çok sevap kazanılır.
Adam tarikat mensubudur. Her gece 1000 lailaheillah, 1000 Allah diyor, 1000 salavat getiriyor. Şimdi bu bidat midir? Elbette hayır. Çünkü bunların asılları kitap ve sünnette vardır.
Şimdi kişiyi dinden çıkaran, kıldığı namazı, tuttuğu orucu, yaptığı haccı ve diğer ibadetlerini yok eden büyük bid’atleri hiç görmeyip, tesbih bid’a, mevlid bid’a, namazdan önce üç ihlas okumak bid’a, yakalı gömlek bid’a, kaşık kullanmak bid’a demek bu konuyu hiç bilmemek demektir.
…                                     


                                                                                                     Selahattin ALTINTAŞ 
                                                                                                           23.ARALIK. 2014

4 Aralık 2014 Perşembe

Üstümüzdeki muhteşem manzara:Gökyüzü



Üstümüzdeki muhteşem manzara: GÖKYÜZÜ..
Geçen gün mesleğim icabı Apa kasabasına gittim. İşimi bitirip dönerken karanlığın tam olarak çöktüğü yatsı namazı civarı idi. Arabamı durdurdum ve gökyüzüne baktım. Gökyüzü ve yıldızların parlaklığı dikkatimi çekti. Bir müddet gökyüzünü seyrettim. Çocukluğuda da,  daha annemin dizinin dibinden ayrılmadığımız günlerde, Denizli’nin yatağan kasabasında yaz geceleri kadınlar mahallede belirli yerlerde oturup sohbet ederlerken biz çocuklar da sokakta oynardık. Yorulunca da gelip annemizin dizine başımızı koyar uyuyuncaya kadar da gökyüzünü seyrederdik. Köy yerlerinde, özellikle yaz gecelerinde, hava kirliliği de olmadığından  gökyüzü parıl parıl parlar ve yıldızlar bütün ihtşamıyla görünür ve bizler de gökyüzündeki yıldız cümbüşüne bakardık.
İşte Apa kasabasından yatsı vakti gelirken seyrettiğim gökyüzü bana o günleri, çocukluğumda seyrettiğim gökyüzünü hatırlattı. Gökyüzü hiç değişmemişti. Bir ucundan diğer ucu yüzbin ışık yılı olduğu söylenen Samanyolu Galaksisini seyrettim. Uzun zamandır özellikle şehrin hava kirliliğinden fark edilmeyen Saman Yolunu bulut zannettim. O kadar net görünüyordu.  Bu manzara karşısında hayran kalmamak mümkün değildi. Bir zamanlar “Bu dünyada en güzel ve en muhteşem manzara gökyüzü manzarasıdır” demiştim. Aynen öyle olduğunu bir kez daha gördüm. Cenab-ı Hak bu en güzel ve en muhteşem manzarayı herkesin seyredebileceği bir şekilde yaratmış ve gözler önüne sermiştir.
Şehirlerdeki hava kirliliği, ışıkların çokluğu ve meşgalelerin çokluğundan başımızı kaldırıp gökyüzüne bakamayışımız gibi sebeplerden dolayı maalesef bu manzaradan çoğumuz habersiz yaşamaktayız.
Daha sonra güneşin gitmesi ile başlayan karanlık ve ortaya çıkan yıldızlar beni düşündürdü. Bir müddet tefekkür ettim. Güneş var iken bunların hiçbirisi yok, güneş gidince küçük-büyük adeta sayısız yıldız “ben de varım” dercesine ortaya çıkıyorlar. Bu hal beni çok etkiledi. Güneş var iken onlar yok, güneş gidince küçük- büyük hepsi ortada. Buradan bir kapı açıldı ve Firavunların, Nemrudların ve emsali zatların nasıl ortaya çıktıkları inkişaf etti. Şöyle ki:
Nasıl maddi alemde güneş var ise kimse yok, o yok ise herkes var. Aynen öyle de: Manevi alemde de bu kâinatın sahibi ve mutasarrıfı olan Allah’ın varlığı ve birliği kabul edildiği anda artık başka ilah yoktur. Başka Rab yoktur, başka mutasarrıf yoktur ve hakeza… İlah ta O’dur mülkün sahibi de. Tasarruf eden de O’dur. Her şeyi O yaratmıştır başka yaratıcı yoktur. Rızıkları yetiştirip bütün canlılara ziyafet çeken O’dur. Başka rızık veren yoktur. Hayatı veren O’dur, Nerede bir canlı varsa onu yaratan O’dur, rızkını veren de O’dur.Yaşatan O’dur, öldüren de O’dur, ve hakeza… Hep O…Ondan başkası yok. O var başkası yoktur. İşte maneviyatta terakki eden bazıları bu manayı görmüşler ve “ La mevcuda illa Hu.” Ve “ La meşhuda illa Hu..” demişlerdir.
İşte gerçek imanı elde edenler hep O’nu görmüşler ve mahlûkatı ve mevcudatı O’nun eserleri, sanatları olarak görmüşler ve anlamışlardır. Evet, bu alemde mülk te O’nundur, tasarruf ta O’na aittir.Yaratan O’dur, yaşatan O’dur, öldüren O’dur, rızık veren O’dur.Bütün işler O’nun elindedir. O demeden bu âlemde bir tek yaprak bile düşmez.
Amma O’na iman olmazsa, O’nun varlığı ve birliği kabul edilmezse, güneş gidince küçük-büyük bütün yıldızların ortaya çıkması gibi ortalığı sahte ilahlar doldurur. Adeta inkar etmekle manevi alemlerini karartanların alemlerinde herkes küçük bir Nemrud veya küçük bir Firavun olarak ortaya çıkarlar ve o kişinin kendisi de küçük bir Firavun ve Nemrud olur. “Ben istediğim gibi yaşarım, istediğim gibi giyinirim, bana kimse karışamaz” demeye başlar. Hatta bazıları o kadar ileri gider ki: cehennemi hiddete getirip parçalanmak derecesine getirir ve “Allah’ın emir ve yasakları burada geçmez, burada bizim dediğimiz olur, insanlar burada Allah’ın emir ve yasaklarını tatbik edemezler, bizim emir ve yasaklarımıza göre hareket etmek zorundadırlar” diyerek adeta cehennemi hiddete getirirler. Yarın bu gibiler cehenneme atıldıkça cehennem “daha yok mu?” diyecektir. Bu gerçek ayet ile sabittir.
İşte Allah’ın varlığı ve birliği kabul edilmediği ve O’na teslim olunmadığı zaman ortalığı böyle söyleyen ve böyle hareket eden ve bunları tatbik etmeye çalışan küçük büyük Firavunlar ve Nemrutlar kaplar. Kişinin “istediğim gibi hareket ederim, istediğimi yaparım, istediğim gibi giyinirim” gibi sözler söylemesi ve yapması küçük bir Firavun ve Küçük bir Nemrud olduğuna delildir.
Allah’a teslim olunmayan bir dünyada şahıslar Firavunluk dava edebildikleri gibi ülkeler de aynı yola girebilirler. Hak hukuk tanımazlar, canlarının istediği gibi davranarak canavarlaşırlar ve dünyayı da kana bularlar.
Demek bütün mesele, şahıs olsun ülke olsun, Allah’a teslim olmak veya olmamak meselesidir. Allah’a teslim olanlar O’nun emir ve yasaklarına göre hareket ederler, O’nun rızasını kazanarak cennete, ebedi saadete kavuşurlar. Büyük olsun küçük olsun Firavun ve Nemrudlar’ı ise hasretle cehennem beklemektedir.
Bu Nemrud ve Firavun güruhuna yazıklar olsun.
Selahattin Altıntaş/Merhaba gazetesi

28 Mayıs 2013 Salı

Sevap kazanmak


 
Dünyada istediğimiz şeylere para ile sahip olabiliyoruz ve paramıza göre bir hayat sürüyoruz. Bunun için bu dünyada özellikle günümüzde para son derece önemlidir. Hatta ‘ahir zamanda kişi dinini ve dünyasını para ile ayakta tutacak’ buyurulmuştur.
Bu dünyada para ne ise ahirettede sevap odur. Orada geçer akçe sevaptır ve dünyadan götürülür. Onun için bu dünyada yaptığımız ibadetlerin karşılığı hep sevap olarak verilir. Ne kadar çok ibadet yaparsan o kadar çok sevabın olur ve ona göre ahiret zengini olursun. Bu dünyada nasıl zenginlerin hayatlarına bakıp imreniyorsun. Yarın ahirettede çok sevabı olan ahiret zenginlerine bakıp imrenmemek için çok çalışmalısın. Ne kadar ibadet ve taatte bulunursan o kadar sevap kazanır ve ona göre ahirette zengin olursun. Bu dünyanın zenginliği geçici fakat ahiretteki zenginlik devamlıdır. Bu dünyada bir fakirin zenginleşmesi mümkündür. Ahirette bu mümkün değildir.
Yarın ahirette herkes dünyada yapılan ibadetlere verilen karşılığı görünce keşke daha fazla ibadet yapsaymışım diyecektir. Şimdi farzlarını yapan haramlardan kaçan ve fazladan nafile ibadetler yapanlar bile pişman olup keşke daha fazla yapsaymışım derse farz olan namazını kılmayan, hacca gitmeyen, farz orucu tutmayan birde üstelik gözüyle kulağıyla, eliyle ayağıyla haram işleyen ve ömrünü böylece mahveden insanların acaba pişmanlığı nasıl olacak?
Yarın ahirette herkesin aklı başına gelecektir. Bunun bir önemi yoktur. Mühim olan şimdi, yaşarken, iş işten geçmeden aklımızı başımıza almaktır. Aklı başa almak demek hemen dinimi
zin yasakladığı şeyleri hayatımızdan çıkarmak ve Allah’ın cc emrettiği şeylere sarılmak demektir. Yarın çok geç olabilir.

Saçıp savurmayın, Cimri de olmayın…




“Cimri cennete girmez” hadis-i şerifi cimrilerin bütün hayırlardan mahrum olduklarını göstermektedir. Zira cimriler fakirin mallarındaki hakkı olan ve Allah’ın emri olan zekatı veremezler, para gidecek diye sıla-i rahim yapamazlar. Cimrilik yüzünden insanlara bir yardım ve hayırda bulunamazlar. Cimrilik onları bütün hayırlardan alıkoyar.
Saçıp savurmak ise cimriliğin tam tersi olarak yerli yersiz parasını harcamaktır ki…”saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir”(İsra Suresi 26) ayet-i kerimesi  ile saçıp savurmak yasaklanmıştır.
Öyleyse, harcamada orta yol tutulmalıdır. Bu ise iktisaddır. İktisad yerli yerince ve ihtiyaç miktarı harcamaktır. Yeri geldiğinde harcamaktan kaçınmamak, lüzumsuz yerlerde ise harcama yapmamaktır. Demek iş, miktarda değildir. Mesele yerinde harcayıp harcamama meselesidir.
İktisad etmek ayet ve hadislerle övülmüş ve Müslümanlara iktisadlı olmaları  emredilmiştir. Cenab-ı Hak “yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz” (Araf Suresi) buyurmuştur. Peygamberimiz (sav)’de iktisad edenlerin geçim sıkıntısı çekmeyeceklerini bildirerek, akan bir nehir kenarında bile olsa suyun israf edilmemesini emretmiştir.
Bu alem iktisad üzerine kurulmuş ve devam etmektedir. Dolayısıyla
israf edenler bu alemde cari olan şeriat-ı fıtrıyyeye muhalefet ettiklerinden çabuk tokat yerler. İhtiyaç miktarı yemek iktisaddır. Bu durumda bu yemek o kişi için faydalı ve sıhhatli olmasına sebeptir. Az yediği için aşırı masraf ta etmediğinden bütçesi de sarsılmaz. Sırf biraz daha lezzet alabilmek için aşırı yiyenler önce çok yemenin zararını sıhhatlerini kaybederek görürler. Günümüzde olduğu gibi aşırı kilolardan kurtulmak için çare aramaya başlarlar. Bu yenen şeyler de öyle ucuz olmadığından geçim sıkıntısı da onları yakalar. Günümüzde yiyecek ve içecekler insanlık tarihi boyunca görülmedik şekilde çoğaldığı halde neden acaba hastaneler dolup dolup boşalıyor dersiniz? Evet, bizlere hep, “can boğazdan gelir, yiyin” dediler. Meğer yalanmış. Yedikçe hastalıklar artıyormuş. Dolayısıyla sıhhatli olmak isteyenler az yemelidir. Hiç az yemek güzel olmasaydı Allah cc senenin bir ayını oruç ile emreder miydi?
Evet, şu dünyada rahat etmek isteyen iktisad etmelidir. İsraftan şiddetle kaçınmalı, yerli yersiz parasını harcayarak ta şeytanlara kardeş olmamalıdır.
İsraf her şeyde olabilir. Nehir kenarında bile olsa abdest alırken ihtiyaçtan fazla su kullanmak israf olduğu gibi, iki senede bir koltukları değiştirmek te israftır. İki liraya karnını doyurmak mümkün iken 50 liraya yemek yemek acayip bir israftır. Kıymetli vaktini boş şeylerde harcamak israf olduğu gibi iki ekmek yetecekken üç ekmek alıp birisini çöpe atmak büyük bir israftır. Evlerde akan suyu düşünün. Ne kadar yatırımlarla ve gayretlerle o sular akıtılmaktadır. Şimdi sen 20 litre su ile banyo etmen mümkün iken 100 litre su harcarsan olur mu? Üstelik bu suyu bulmak ayrı bir mesele, kullandığın suyu temizleyip tekrar kullanılacak hale getirmek ayrı bir meseledir. Halbuki ihtiyacın kadar kullansan bu insanlara ve bu ülkeye ne kadar iyilikte bulunmuş olursun!
Öyleyse, hem dinimizin bir emri olarak, hem de aklın bir gereği olarak iktisad etmeliyiz. İsraftan ve cimrilikten ise kaçınmalıyız. İktisadın mükafatı daha dünyada başladığı gibi, cimrilik ve israfın da cezası hemen dünyada verilmeye başlanır.
….
GÜNÜN SÖZÜ: “Günde üç öğün dahil olmak üzere çok yemenin zararı, az yemenin faydası saymakla bitmez. Yani, sünnet-i seniyye miktarı yemelidir.”

Akrabalık bağları




Geçen yazımızda ‘komşu komşuyu tanımaz hale getirildi’ dedim. Suçlu bu insanlar değil onları bu hayat tarzına sevk edenlerdir. Komşular birbirlerinden koparıldıktan sonra akrabalarda birbirlerinden koparıldılar. Şimdi sen ne kadar uğraşsan bu bağları devam ettiremiyorsun. Neden mi? Çünkü akrabaları birbirlerine bağlayan bağlar bilerek ve isteyerek koparıldı. Kimin kopardığını şimdi anlayacaksın.
Akrabaları birbirlerine bağlayan bağların başında birbirlerinden miras almaları gelir. Dinimiz mirası dağıtırken sadece karı, koca ve çocuklara değil aynı zamanda babaya, anneye, duruma göre dedeye, neneye hatta kardeşe, amcaya kadar mirastan pay ayırmıştır. Böylece akrabalar birbirlerine bağlanmıştır. Dede miras alır toruna sahip çıkar, amca miras alır yeğenlere sahip çıkar ve hakeza. Kendisine sahip çıkılan kişide ister istemez dedesine, amcasına ve hakeza hürmet ve saygıda kusur etmeyecektir. İşte şimdi dinimize göre miras dağıtılmadığından akrabalar birbirlerinden uzaklaşmış, herkes kendi başına kalmış, hayat yükünü tek başına yüklenmiş ve altında ezilmektedir.
İkincisi ise; dinimiz hata ile adam öldürme gibi diyet ödemesi gereken büyük suçlarda akrabalarada cezaya katılma mecburiyeti getirmiştir. Böyle olunca herkes akrabalarının suç işlememesi için çaba harcamaya başlamış ve herkes birbirlerine müdahale ederek oto kontrol sistemi getirilmiştir. Suçlar yok denecek kadar azalmış, kimse ‘sen bana karışamazsın’ diyememiştir.
Şimdi ise herkes yaptığından kendi sorumludur. Dolayısıyla kimse kimseye karışamıyor. Karışırsan ‘sana ne’ diyor. Akrabalarda cezaya ortak tutulmadığından ‘ne halin varsa gör’ diyorlar. Böylece toplumda suçlar arttığı gibi huzurda bozuluyor, akrabalarda birbirleriyle ilgilenmediklerinden birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Toplumda suçlar çığ gibi büyüyor ve kimse ne yapacağını bilmiyor.
Yapılacak iş; Allah’ın bizim için gönderdiği kanunları tatbik etmek ve onlara sarılmaktır.

Kadir gecesi, ibadet gecesidir




Başka bir ifade ile bu gece vaaz gecesi değildir. Bu gecenin ne kadar kıymetli olduğu ve bu gecede nelerin yapılması gerektiği önceki zamanlarda anlatılacak ki bu gece geldiğinde herkes onları yapsın, bu gecenin  kıymetini bilsin ve her bir dakikasını ibadetle, zikir ile, Kur’an okuyarak, namaz kılarak geçirsin.
Her bir dakikası diğer zamanların bir ayı kadar olan bu kıymetli geceye erişenlerin boşa geçirdikleri her bir dakikaları, diğer zamanların bir ayını boşa geçirmek gibi büyük bir kayıp demektir. Dolayısıyla böyle kıymetli bir gecede uzun uzun vaazlar etmek ve bu gecenin nasıl bir kıymetli gece olduğunu anlatmak doğru olmadığı gibi; insanların da böyle bir gecede onları dinlemesi doğru değildir. Çünkü, bu gece anlatma gecesi değil, daha öncelerden yapılan vaazlar ile kıymeti anlaşılan kadir gecesinin artık ibadetle, zikirle, namaz ve diğer ibadetlerle ihya etme zamanıdır. Böyle, bin aydan daha kıymetli olan bir geceye ulaşanlara kadir gecesi şöyle kıymetli böyle kıymetli, kıymeti şuradan gelmektedir buradan gelmektedir gibi sözlerle vaaz etmek çok yanlıştır. Artık bırakın insanlar o kıymetli geceyi ihya etmekle meşgul olsunlar. İnsanların böyle vaazları dinlemekle o kıymetli vakitleri boşa gitmesin. Kadir gecesinin kıymetini ve nelerin yapılması gerektiğini daha önceden anlatın ki insanlar o gece o ibadetlerle bir ömürde kazanamayacakları sevabı kazansınlar. Kadir gecesinde şunu yapmak lazım bunu yapmak lazım diye anlatıyorsunuz; öyleyse insanlar o geceye geldiklerinde bırakın da artık onları yapsınlar. Halbuki bu gecede her türlü ibadet vardır fakat, uzun uzun vaaz vermek ve onları dinlemek yoktur.
Evet, bu gece ayetle sabit olarak bin aydan daha hayırlı bir gecedir. Bir dakikası bir aydan daha fazla sevap kazandırır. Demek bu gece bir dakika Kur’an okuyan diğer zamanlarda devamlı bir ay Kur’an okumuş gibi sevap kazanmaktadır. Öyleyse neden duracağız?
Bu gecenin hazırlığı gündüzden başlayacak. Hatta gündüzden biraz istirahat ederek geceye hazırlanmak gerekir. Çünkü bu gece yatmak olmaz. İftarda abdestini zorlamayacak şekilde yemek yedikten sonra, elbette yatsı ve teravih namazı için camiye gideceksin. Namazdan sonra eğer senin kıymetli vaktini boş şeylerle geçirtecek proğramlar varsa orada durma. Mutlaka bu gecede namaz kılarak ibadet et. Yorulduğun zaman Kur’an okumaya geç. Yorulduğun zaman al tesbihi eline ve tesbih çek. En kıymetli zikirler: Lâ ilahe illallah Muhammedün rasulüllah, Lâ ilahe illallahü vahdehu lâ şerikelehü…., hasbünallahü ve niğmel vekil, Lâ ilahe illa ente estağfiruke ve etübü ileyk, sübhanallahi ve bihabdihi, sübhanallahi velhamdulillahi vela ilahe illalla huvallahu ekber, estağfirullah gibi tesbih ve zikirlerdir. Bol bol zikir ederek ve peygamberimize salavat getirerek bu geceyi geçir. Unutma! Bütün bu nimetler bize O resulün hatırına verilmiştir. O’na ümmet olmak ne büyük bir şereftir. O’na ümmet olan kurtulacaktır. Peygamberlerin bile O’na ümmet olmayı istediğini unutma! İsa as gibi ulül azim bir peygamberin O’na ahir zamanda gelerek ümmet olacağını unutma!
Kısaca, bu gece yatma, boş şeylerle vaktini geçirme. Elinden ne geliyorsa yap. Ne yaparsan yarın ahirette onu bulacaksın.
….
GÜNÜN SÖZÜ: “Rabbin yolunda neyi feda etsen azdır. Unutma! Neyi feda edersen onu bulacaksın.”
 

Demokrasi ve islamiyet




Demokrasi ile islamiyet birbirlerine taban tabana zıt olan biri ilahi diğeri beşeri iki  sistemdir. Günümüzde demokrasinin islama uygunmuş gibi gösterilmeye çalışılması en büyük bir cinayettir. Bir iki örnek verecek olursak mesele anlaşılır. Mesela;
Demokraside faiz serbest, Kur’an’a göre yasaktır. Zina demokraside serbest, Kur’an’a göre yasaktır. Demokraside kadınlar istedikleri gibi serbestçe giyinebilirler. Kur’an’a göre ise örtünmek zorundadırlar. Demokraside mahkemelerde insanların kendi yaptıkları kanunlar geçerlidir. Kur’an’a göre ise mahkemelerde ilahi kanunlar geçerlidir vs. Anlamak isteyenlere verdiğimiz şu örnekler bile Demokrasi ile İslamiyet’in ne kadar bir birlerine zıt olduklarını,  hatta birinin olduğu yerde diğerinden bahsetmenin mümkün olmadığını gösterir.
Demokrasilerde en büyük suç dine dayalı devlet kurmaya çalışmaktır.
Şimdi bak, bir müslüman Kur’an’ın bütün hükümlerini kabul etmese müslüman olamaz, onları tatbik etmeye kalksa en büyük suçtur. Şimdi müslüman ne yapsın?
Söylüyorum. İmanını korumak için ‘Kur’an ne diyorsa o doğrudur ve ben onu kabul ediyorum, Kur’an’nın red ettiğini de red ediyorum’ diyecektir. Yoksa bu devirde faiz, içki yasak mı olur gibi veya Kur’an’a göre mahkeme, idare mi olur gibi sözler söylemek veya buna bezer fikirleri benimsemek insanı imansız eder de haberi bile olmaz. Bu meselenin ahirzamanda ne kadar ciddi bir mesele olacağı şu hadisten de iyice anlaşılır. Peygamberimiz (s.a.v.) ‘Ahir zamanda camilerde binden fazla kişi namaz kılacak, içlerinde bir mü’min bulunmayacak’ buyurmuştur. Dikkat edin. Bunu camide namaz kılanlar için söylüyor. Umarım meselenin ne kadar ciddi olduğu anlaşılmıştır.