10 Şubat 2011 Perşembe

Mü’minler kardeştir


Bu dünyada gerçekler o kadar açık ki adeta onları görmemek için gözlerinizi yummanız gerekiyor.
Herkesin ezbere bildiği ayet-i kerimede Rabbimiz “mü’minler ancak kardeştirler” buyurmuştur. Öyleyse mesele bitmiştir. İş bizim bunu anlamamıza ve gereğini yapmamıza kalmıştır. Rabbimiz bizi böyle birbirimize bağlamış, peygamberimiz s.a.v.’de “ iman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” buyurmuştur. Bu konu ile ilgili daha bir çok ayet ve hadis-i şerifler de vardır.
Öyleyse bize düşen bu meselenin ne kadar önemli ve ciddi olduğunu anlamak ve ona göre hareket etmektir.
Şimdi söyleyin; bugün biz mü’minler olarak bu şuurda mıyız? Birbirimize bu ayet ve hadislerde emredildiği gibi muamele edebiliyor muyuz? Birbirimizi gerçekten sevip sayıyor muyuz? Gerekli saygı ve hürmeti gösteriyor muyuz? Birbirimizin sıkıntılı günlerinde  yardıma koşuyor muyuz? Onlar hastalanınca ziyaretlerine gidiyor muyuz? Bir hal hatır sormak için bile olsa onları arayıp  soruyor muyuz? Yoksa komşumuz bir Müslüman ölünce ancak dışarıya kokular çıkınca mı haberimiz oluyor? Komşumuz Müslüman kardeşimiz aç mı, tok mu, hasta mı haberimiz olmuyor mu? Gerçek şu ki; bizler İslamiyet’ten uzaklaştırıldığımız ve çocuklarımızı da İslam’a göre yetiştiremediğimiz için ve maalesef Avrupaî bir hayat tarzı yavaş yavaş bize empoze edildiği için bu duruma düştük.
Eğer bizler dinimizin emrettiği tarzda bir birimizi kardeş bilsek ve ona göre hareket etsek, birbirimizi sevsek saysak, karşılaşınca selam versek, arada bir ziyaret etsek ne kaybederiz? Birbirimize yardım etsek, en azından kötülük yapmasak olmaz mı?
Şimdi sen diyeceksin ki biz öz kardeşimizle bile iyi geçinmiyoruz, ona kardeşliğin gerektirdiği gibi davranmıyoruz, hatta çoğumuz kardeşiyle konuşmuyor bile. Evet, bu durumda de denir ki? Ana- baba kardeş ilişkileri bozulmuşsa, akrabalık bağları koparılmışsa, komşular birbirlerini tanımaz hale gelmişse, toplumu meydana getiren mü’minler kardeşlik şuurundan uzaklaşmışlarsa ne yapılabilir ki?
Bizi yavaş yavaş İslamiyet’ten uzaklaştırıp kendilerine benzettiler. Allah (c.c.) sonumuzu hayretsin, amin.

İşin doğrusu/Selahattin Altıntaş/22.yazı
Anlatan çok…

Bugün size belki de hiç duymadığınız bir ahir zaman alametinden bahsedeceğim. Ve maalesef bizlerin de bu guruba girdiğimizi itiraf ediyorum.
Ahir zamanda dinimizi anlatanın çok olacağı, amel edenin ise az olacağı hadis-i şerifte haber verilmiştir.
Evet son yıllarda anlatanlar ne kadar da çoğaldılar. Televizyonlarda ayrı ayrı programlar, herkes dinimizi anlatıyor. Radyolarda çeşit çeşit programlar, dini yayınlar, gazetelerde dinimizi anlatan yazılar. Hele bu konuda yazılmış nice kitaplar. Kitapların büyük çoğunluğu gayet güzel hazırlanmış, büyük emek mahsulü eserler. Bir kitapçıya girdiğiniz zaman hangisini alacağınızı şaşırıyorsunuz. Hepsi bir birinden güzel. Televizyonlarda anlatanlar bazı şovmenlerin dışında hepsi gayet güzel şeyler anlatıyorlar. Camilerimizde vaazlarımız her zamanki gibi dinimizi anlatmaya devam ediyorlar.
Kısaca ilim çok, kitap çok, dergiler çok, anlatan çok, yazan çok amma…
Amma anlatılanlara göre, yazılanlara göre hayatını tanzim eden, onları hayatına tatbik etmeye çalışan, yaşamaya çalışan yok denecek kadar az.
Bir iki örnekle meseleye bakalım.
Dinimizde imandan sonra yapılacak en önemli şey beş vakit namazı vaktinde kılmaktır. Cenab-ı Hak beş vakit namazı kılanlara Cennet’i vermeyi vaad etmiş, kılmayanlara ise “böyle bir vaadim yoktur” buyurmuştur. Peygamberimiz s.a.v.’de “namaz dinin direğidir, namazı kılmayan dinini yıkmış olur” buyurmuşlardır.
Evet, anlatanları dinledik, yazılanları okuduk, çok şey öğrendik fakat tatbikat yok. Tatbik etmeyince bilmenin ne faydası olur ki! Şimdi bizim toplumumuzun ne kadarı namaz kılıyor dersiniz? Acı da olsa bu gerçekleri yazmak zorundayım. Benim vazifem yaklaşmakta olan tehlikeye karşı sizleri uyarmaktır. Namazı kılmayanlara “Allah (c.c.) affedicidir, siz böyle devam edin” demek doğru değildir. Zira ayet ve hadislerdeki ikazlar çok şiddetlidir. Amma “geçmişte ne yaptıysanız yaptınız, tövbe edin, pişman olun, Allah (c.c.)’a kulluğa yönelin” derim. Çünkü Rabbimiz çok merhametli ve çok bağışlayandır.
İslam toplumlarında olmazsa olmazlardan biride kadınların örtünmesidir. Din düşmanları da kadının açılması konusunda çok ısrarlıdırlar. “Müslümanlar hakim olursa kadınları kara çarşafa sokarlar” diye ilk önce bunu dile getirirler. Şimdi çarşı ve pazarlara, cadde ve sokaklara bakın. İslamî tesettürün neredeyse yok olduğunu göreceksiniz.
Evet anlatan çok, yapan az. İşte ahir zaman!..
İşin doğrusu/Selahattin Altıntaş/23.yazı
Risale-i Nurları okuyanlara bir müjde!

Risale-i nurlardan istifade edip imanını kuvvetlendirenlere, imanlarını taklitten tahkike çevirenlere elbette pek çok müjdeler vardır. En birinci müjde de tahkiki iman sahiplerinin ahirete imanla göçecekleridir. Zira tahkiki iman o kadar kuvvetlidir ki şeytanın vesveseleri artık ona yetişemez. Demek Risale-i nurlar tahkiki imanı kazandırır ve ehl-i sünnet itikadını yerleştirir.
Risale-i nurlardan istifade edenlere bu büyük müjdelerin yanında küçük bir faydasından daha bahsedeceğim. Bediüzzaman Hz.leri eserlerinde çok Arapça kelime kullanmıştır. İlk anda bu özellik  eserlerin anlaşılmasını da zorlaştırmıştır. Ancak bizler günlük hayatımızda da pek çok Arapça kelime kullanmaktayız. Bunların yanında her gün beş defa duyduğumuz ezan Arapça’dır, okuduğumuz veya devamlı dinlediğimiz Kur’an Arapça’dır, namazlarda okuduğumuz sureler Arapça’dır ve ha keza. Bizler Arapça ile iç içeyiz. Risale-i nurları okuyanlar ise çok daha fazla Arapça’ya yakındırlar.
İşte müjdem bu; bir dil bir insan, iki dil iki insan. Öyleyse sizler kolayca hiç olmazsa okuduğunuz ayetleri anlayacak kadar veya bir ihtiyacınızı görecek kadar Arapça’yı kolayca öğrenebilirsiniz. Özellikle hac veya umreye gittiğinizde bunu ne kadar lazım olduğunu göreceksiniz. Şahsen ben kendim kısa bir süredir Arapça çalışıyorum. Kısa sürede oldukça mesafe kat ettiğimi söyleyebilirim.
Yeri gelmişken şunu da söylemeliyiz. Aslında bu Müslüman ülkede okullarda genel olarak okutulması gereken dil Arapça’dır. Emekli bir İngilizce öğretmeni olarak bunu söylüyorum. Çünkü insanımız Arapça ile iç içedir. Kolayca öğrenebilir. İngilizce öğrenimindeki başarısızlık ise herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Suç ne öğrencidedir nede öğretmenlerde. Günlük hayatta karşılaşılmayan veya kullanılmayan dil öğrenilemez. Kısaca kullanılmayan dil öğrenilemez. Bu gerçek nedense ülkemizde bir türlü anlaşılamamıştır.
Elbette İngilizce bir dünya dilidir ve bir ilim dilidir ve öğretilmelidir. Fakat ihtiyacı olacaklara, ilim yapacaklara, lazım olanlara. Hatta ülkemizde ihtiyaç olacak dilleri ihtiyaç miktarı öğretmek ve bu dilleri bilenleri yetiştirmek devletin bir vazifesidir. Bizim bahsettiğimiz umumi olarak herkese Arapça öğretilmeli, isteyenlere, ileride ihtiyacı olacaklara da İngilizce.
En azından şu yapılmalıdır. Umumi olarak bütün öğrencilere İngilizce öğretilmesinden vazgeçilse, yabancı dil mecburi olmaktan çıkarılıp isteğe bağlı olsa, ileride ihtiyacı olacaklara, kariyer yapacaklara isteğe bağlı olarak öğretilse; ihtiyacı olanlar, öğrenmek isteyenler aynı sınıfta olsa dil öğretiminde çok daha başarılı olunacağına inanıyorum.
Artık her meselede akılla, mantıkla hareket etme zamanı gelmiştir. İlerleyen ülkeler hep bunu yapmışlardır. Bizler ise statükodan bir türlü kurtulamıyoruz. Gelin artık “yeter” diyelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder