19 Şubat 2011 Cumartesi

Ücret ve korku


İnsanları, hatta bütün canlıları harekete getiren, koşturan iki duygu vardır. Birincisi; ihtiyaçlarını karşılamak, isteklerini elde etmek, yani ücret, diğeri ise korkudur.
Evet sabah olunca küçük-büyük herkesi sıcak yuvalarından çıkartan, sıcak ve soğuğa aldırmadan koşturan şey ya ücret yada korkudur. Hatta insanlar o ücreti ileride elde edebilmek için daha ilk okuldan itibaren koşuşturmaya başlarlar. İleride bir iş elde edebilmek, bir ücret kazanabilmek umuduyla. Bir pazarcıyı sabahtan akşama kadar aşırı sıcak veya soğuk günlerde, yağmur ve kar altında bir şeyler satabilmek için  zorlayan şey bir kazanç umududur. Sabahları herkesi sıcak evde istirahat etmek varken zor şartlar altında çalışmaya sevk eden şey bir kazanç elde etmek veya sıkıntıya düşmek korkusudur. Evet muhtaç olma korkusu, başkalara el açmak zorunda kalma korkusu, eve ekmek götürememe korkusu, gelen faturaları ödeyememe korkusu, rezil ve perişan olma korkusu ve hakeza.
Demek insan üzerinde ücret ve korkun son derece etkisi vardır ki onu bir çok zorluğa  seve seve göğüs gerdirir, sabır ettirir ve dayandırır.
Evet insan şu kısacık dünya hayatındaki az bir rahatı elde edebilmek veya az bir sıkıntıya düşmemek için daha çocuk yaşta koşturmaya başlar ve bu uğurda bir çok sıkıntıya katlanır. Halbuki bu insan bu kısacık dünya hayatıyla beraber ebedi olan ahiret hayatını da kazanmak zorundadır. Küçücük bir evi alabilmek için gece gündüz demeden yıllarca çalışan insan ebedi Cennet köşklerini kazanabilmek içinde çalışmak zorundadır. Nasıl dünya hayatındaki rahatı çalışma ve kazancına bağlı ise ebedi hayatında göreceği rahat dahi bu dünyadaki çalışma ve gayretine bağlıdır.
İnsan ücrete, nimetlere, güzel şeylere düşkün olduğu için ve şu geçici dünyadaki bazı şeyleri elde edebilmek için gece-gündüz, yaz-kış demeden çalışmasına nazaran Cennet gibi akıl ve hayal edilemeyen nimetleri elde edebilmek için de ne kadar çalışması gerektiğini varın siz düşünün.
Bir de işin korku tarafı var. Çoğumuz askerlik yaptığımız için biliriz. Kendisi gibi bir insan olan komutanın emriyle yüzlerce delikanlı nasılda yerlerde sürünür. Onu süründüren ceza korkusudur. İşçiler, memurlar maaşı alabilmek yada işinden olmamak için nasılda zamanında işlerine giderler ve çalışırlar.
Bütün bunlar gösteriyor ki; eğer biz ücrete, elde edeceğimiz kazanca önem vermiyoruz desek yalan olur. Korkmuyoruz desek o daha da büyük bir yalan olur. Çünkü az bir menfaat veya az bir korku ile neler yaptığımız orta yerde. Demek bizi korku ve menfaatlerimizi elde edebilme duygusu şiddetle harekete getiriyor.
İşte Cenab-ı Hak bize kulluk yapmamızı, emir ve yasaklarına göre yaşamamızı emrediyor. Yapanlara küçük bir ücret değil Cennet ve içindeki hayal dahi edemiyeceğimiz nimetleri vermeyi vaad ediyor. Yerlerde sürünmeyi değil, sıcak mekanlarda, halılar üzerinde namaz kılmamızı emrediyor. Kötülük ve zorluk değil ana-babamıza, akrabamıza iyi davranmamızı emrediyor. Başkaların malına el uzatmadan helal kazanıp yememizi emrediyor. Allah (c.c.)’a ve resulüne itaat etmemizi, kısaca İslamî bir hayat sürmemizi istiyor.
Şimdi söyleyin. Bir insanın emriyle yerlerde sürünen insan Allah (c.c.)’ın emrettiği namazı halıların üzerinde kılmazsa Cehennemi hak etmez mi? Eğer kulluğun gereğini yapmazsak bizi Cehennem gibi bir azab ile tehdit ediyor. Korkmamak nasıl olur?
İnsan bu Cennet gibi bir ücreti ve Cehennem gibi bir tehdidi hiç aklından çıkarmadan ona göre yaşaması gerekirken maalesef günümüz şeytanları insanlara bunları unutturdular.
Elbette onlar öyle yapacaklar. Onların vazifesi bu. Seni yoldan çıkarmak ve Cehennemde kendilerine arkadaş yapmak. Onlara uyup İslamî bir hayat yaşamadığın için suçun büyüğü de sende. Kıymetli vakitlerini televizyonların başında, seni yoldan çıkaracak olanların karşısında geçirirsen elbette onların eline düşersin, bu dünyada onlarla beraber olduğun için yarın ahirette de onlarla beraber olursun.
Biraz düşün ve aklını başına al, yarın çok geç olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder