28 Mayıs 2013 Salı

Sevap kazanmak


 
Dünyada istediğimiz şeylere para ile sahip olabiliyoruz ve paramıza göre bir hayat sürüyoruz. Bunun için bu dünyada özellikle günümüzde para son derece önemlidir. Hatta ‘ahir zamanda kişi dinini ve dünyasını para ile ayakta tutacak’ buyurulmuştur.
Bu dünyada para ne ise ahirettede sevap odur. Orada geçer akçe sevaptır ve dünyadan götürülür. Onun için bu dünyada yaptığımız ibadetlerin karşılığı hep sevap olarak verilir. Ne kadar çok ibadet yaparsan o kadar çok sevabın olur ve ona göre ahiret zengini olursun. Bu dünyada nasıl zenginlerin hayatlarına bakıp imreniyorsun. Yarın ahirettede çok sevabı olan ahiret zenginlerine bakıp imrenmemek için çok çalışmalısın. Ne kadar ibadet ve taatte bulunursan o kadar sevap kazanır ve ona göre ahirette zengin olursun. Bu dünyanın zenginliği geçici fakat ahiretteki zenginlik devamlıdır. Bu dünyada bir fakirin zenginleşmesi mümkündür. Ahirette bu mümkün değildir.
Yarın ahirette herkes dünyada yapılan ibadetlere verilen karşılığı görünce keşke daha fazla ibadet yapsaymışım diyecektir. Şimdi farzlarını yapan haramlardan kaçan ve fazladan nafile ibadetler yapanlar bile pişman olup keşke daha fazla yapsaymışım derse farz olan namazını kılmayan, hacca gitmeyen, farz orucu tutmayan birde üstelik gözüyle kulağıyla, eliyle ayağıyla haram işleyen ve ömrünü böylece mahveden insanların acaba pişmanlığı nasıl olacak?
Yarın ahirette herkesin aklı başına gelecektir. Bunun bir önemi yoktur. Mühim olan şimdi, yaşarken, iş işten geçmeden aklımızı başımıza almaktır. Aklı başa almak demek hemen dinimi
zin yasakladığı şeyleri hayatımızdan çıkarmak ve Allah’ın cc emrettiği şeylere sarılmak demektir. Yarın çok geç olabilir.

Saçıp savurmayın, Cimri de olmayın…




“Cimri cennete girmez” hadis-i şerifi cimrilerin bütün hayırlardan mahrum olduklarını göstermektedir. Zira cimriler fakirin mallarındaki hakkı olan ve Allah’ın emri olan zekatı veremezler, para gidecek diye sıla-i rahim yapamazlar. Cimrilik yüzünden insanlara bir yardım ve hayırda bulunamazlar. Cimrilik onları bütün hayırlardan alıkoyar.
Saçıp savurmak ise cimriliğin tam tersi olarak yerli yersiz parasını harcamaktır ki…”saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir”(İsra Suresi 26) ayet-i kerimesi  ile saçıp savurmak yasaklanmıştır.
Öyleyse, harcamada orta yol tutulmalıdır. Bu ise iktisaddır. İktisad yerli yerince ve ihtiyaç miktarı harcamaktır. Yeri geldiğinde harcamaktan kaçınmamak, lüzumsuz yerlerde ise harcama yapmamaktır. Demek iş, miktarda değildir. Mesele yerinde harcayıp harcamama meselesidir.
İktisad etmek ayet ve hadislerle övülmüş ve Müslümanlara iktisadlı olmaları  emredilmiştir. Cenab-ı Hak “yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz” (Araf Suresi) buyurmuştur. Peygamberimiz (sav)’de iktisad edenlerin geçim sıkıntısı çekmeyeceklerini bildirerek, akan bir nehir kenarında bile olsa suyun israf edilmemesini emretmiştir.
Bu alem iktisad üzerine kurulmuş ve devam etmektedir. Dolayısıyla
israf edenler bu alemde cari olan şeriat-ı fıtrıyyeye muhalefet ettiklerinden çabuk tokat yerler. İhtiyaç miktarı yemek iktisaddır. Bu durumda bu yemek o kişi için faydalı ve sıhhatli olmasına sebeptir. Az yediği için aşırı masraf ta etmediğinden bütçesi de sarsılmaz. Sırf biraz daha lezzet alabilmek için aşırı yiyenler önce çok yemenin zararını sıhhatlerini kaybederek görürler. Günümüzde olduğu gibi aşırı kilolardan kurtulmak için çare aramaya başlarlar. Bu yenen şeyler de öyle ucuz olmadığından geçim sıkıntısı da onları yakalar. Günümüzde yiyecek ve içecekler insanlık tarihi boyunca görülmedik şekilde çoğaldığı halde neden acaba hastaneler dolup dolup boşalıyor dersiniz? Evet, bizlere hep, “can boğazdan gelir, yiyin” dediler. Meğer yalanmış. Yedikçe hastalıklar artıyormuş. Dolayısıyla sıhhatli olmak isteyenler az yemelidir. Hiç az yemek güzel olmasaydı Allah cc senenin bir ayını oruç ile emreder miydi?
Evet, şu dünyada rahat etmek isteyen iktisad etmelidir. İsraftan şiddetle kaçınmalı, yerli yersiz parasını harcayarak ta şeytanlara kardeş olmamalıdır.
İsraf her şeyde olabilir. Nehir kenarında bile olsa abdest alırken ihtiyaçtan fazla su kullanmak israf olduğu gibi, iki senede bir koltukları değiştirmek te israftır. İki liraya karnını doyurmak mümkün iken 50 liraya yemek yemek acayip bir israftır. Kıymetli vaktini boş şeylerde harcamak israf olduğu gibi iki ekmek yetecekken üç ekmek alıp birisini çöpe atmak büyük bir israftır. Evlerde akan suyu düşünün. Ne kadar yatırımlarla ve gayretlerle o sular akıtılmaktadır. Şimdi sen 20 litre su ile banyo etmen mümkün iken 100 litre su harcarsan olur mu? Üstelik bu suyu bulmak ayrı bir mesele, kullandığın suyu temizleyip tekrar kullanılacak hale getirmek ayrı bir meseledir. Halbuki ihtiyacın kadar kullansan bu insanlara ve bu ülkeye ne kadar iyilikte bulunmuş olursun!
Öyleyse, hem dinimizin bir emri olarak, hem de aklın bir gereği olarak iktisad etmeliyiz. İsraftan ve cimrilikten ise kaçınmalıyız. İktisadın mükafatı daha dünyada başladığı gibi, cimrilik ve israfın da cezası hemen dünyada verilmeye başlanır.
….
GÜNÜN SÖZÜ: “Günde üç öğün dahil olmak üzere çok yemenin zararı, az yemenin faydası saymakla bitmez. Yani, sünnet-i seniyye miktarı yemelidir.”

Akrabalık bağları




Geçen yazımızda ‘komşu komşuyu tanımaz hale getirildi’ dedim. Suçlu bu insanlar değil onları bu hayat tarzına sevk edenlerdir. Komşular birbirlerinden koparıldıktan sonra akrabalarda birbirlerinden koparıldılar. Şimdi sen ne kadar uğraşsan bu bağları devam ettiremiyorsun. Neden mi? Çünkü akrabaları birbirlerine bağlayan bağlar bilerek ve isteyerek koparıldı. Kimin kopardığını şimdi anlayacaksın.
Akrabaları birbirlerine bağlayan bağların başında birbirlerinden miras almaları gelir. Dinimiz mirası dağıtırken sadece karı, koca ve çocuklara değil aynı zamanda babaya, anneye, duruma göre dedeye, neneye hatta kardeşe, amcaya kadar mirastan pay ayırmıştır. Böylece akrabalar birbirlerine bağlanmıştır. Dede miras alır toruna sahip çıkar, amca miras alır yeğenlere sahip çıkar ve hakeza. Kendisine sahip çıkılan kişide ister istemez dedesine, amcasına ve hakeza hürmet ve saygıda kusur etmeyecektir. İşte şimdi dinimize göre miras dağıtılmadığından akrabalar birbirlerinden uzaklaşmış, herkes kendi başına kalmış, hayat yükünü tek başına yüklenmiş ve altında ezilmektedir.
İkincisi ise; dinimiz hata ile adam öldürme gibi diyet ödemesi gereken büyük suçlarda akrabalarada cezaya katılma mecburiyeti getirmiştir. Böyle olunca herkes akrabalarının suç işlememesi için çaba harcamaya başlamış ve herkes birbirlerine müdahale ederek oto kontrol sistemi getirilmiştir. Suçlar yok denecek kadar azalmış, kimse ‘sen bana karışamazsın’ diyememiştir.
Şimdi ise herkes yaptığından kendi sorumludur. Dolayısıyla kimse kimseye karışamıyor. Karışırsan ‘sana ne’ diyor. Akrabalarda cezaya ortak tutulmadığından ‘ne halin varsa gör’ diyorlar. Böylece toplumda suçlar arttığı gibi huzurda bozuluyor, akrabalarda birbirleriyle ilgilenmediklerinden birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Toplumda suçlar çığ gibi büyüyor ve kimse ne yapacağını bilmiyor.
Yapılacak iş; Allah’ın bizim için gönderdiği kanunları tatbik etmek ve onlara sarılmaktır.

Kadir gecesi, ibadet gecesidir




Başka bir ifade ile bu gece vaaz gecesi değildir. Bu gecenin ne kadar kıymetli olduğu ve bu gecede nelerin yapılması gerektiği önceki zamanlarda anlatılacak ki bu gece geldiğinde herkes onları yapsın, bu gecenin  kıymetini bilsin ve her bir dakikasını ibadetle, zikir ile, Kur’an okuyarak, namaz kılarak geçirsin.
Her bir dakikası diğer zamanların bir ayı kadar olan bu kıymetli geceye erişenlerin boşa geçirdikleri her bir dakikaları, diğer zamanların bir ayını boşa geçirmek gibi büyük bir kayıp demektir. Dolayısıyla böyle kıymetli bir gecede uzun uzun vaazlar etmek ve bu gecenin nasıl bir kıymetli gece olduğunu anlatmak doğru olmadığı gibi; insanların da böyle bir gecede onları dinlemesi doğru değildir. Çünkü, bu gece anlatma gecesi değil, daha öncelerden yapılan vaazlar ile kıymeti anlaşılan kadir gecesinin artık ibadetle, zikirle, namaz ve diğer ibadetlerle ihya etme zamanıdır. Böyle, bin aydan daha kıymetli olan bir geceye ulaşanlara kadir gecesi şöyle kıymetli böyle kıymetli, kıymeti şuradan gelmektedir buradan gelmektedir gibi sözlerle vaaz etmek çok yanlıştır. Artık bırakın insanlar o kıymetli geceyi ihya etmekle meşgul olsunlar. İnsanların böyle vaazları dinlemekle o kıymetli vakitleri boşa gitmesin. Kadir gecesinin kıymetini ve nelerin yapılması gerektiğini daha önceden anlatın ki insanlar o gece o ibadetlerle bir ömürde kazanamayacakları sevabı kazansınlar. Kadir gecesinde şunu yapmak lazım bunu yapmak lazım diye anlatıyorsunuz; öyleyse insanlar o geceye geldiklerinde bırakın da artık onları yapsınlar. Halbuki bu gecede her türlü ibadet vardır fakat, uzun uzun vaaz vermek ve onları dinlemek yoktur.
Evet, bu gece ayetle sabit olarak bin aydan daha hayırlı bir gecedir. Bir dakikası bir aydan daha fazla sevap kazandırır. Demek bu gece bir dakika Kur’an okuyan diğer zamanlarda devamlı bir ay Kur’an okumuş gibi sevap kazanmaktadır. Öyleyse neden duracağız?
Bu gecenin hazırlığı gündüzden başlayacak. Hatta gündüzden biraz istirahat ederek geceye hazırlanmak gerekir. Çünkü bu gece yatmak olmaz. İftarda abdestini zorlamayacak şekilde yemek yedikten sonra, elbette yatsı ve teravih namazı için camiye gideceksin. Namazdan sonra eğer senin kıymetli vaktini boş şeylerle geçirtecek proğramlar varsa orada durma. Mutlaka bu gecede namaz kılarak ibadet et. Yorulduğun zaman Kur’an okumaya geç. Yorulduğun zaman al tesbihi eline ve tesbih çek. En kıymetli zikirler: Lâ ilahe illallah Muhammedün rasulüllah, Lâ ilahe illallahü vahdehu lâ şerikelehü…., hasbünallahü ve niğmel vekil, Lâ ilahe illa ente estağfiruke ve etübü ileyk, sübhanallahi ve bihabdihi, sübhanallahi velhamdulillahi vela ilahe illalla huvallahu ekber, estağfirullah gibi tesbih ve zikirlerdir. Bol bol zikir ederek ve peygamberimize salavat getirerek bu geceyi geçir. Unutma! Bütün bu nimetler bize O resulün hatırına verilmiştir. O’na ümmet olmak ne büyük bir şereftir. O’na ümmet olan kurtulacaktır. Peygamberlerin bile O’na ümmet olmayı istediğini unutma! İsa as gibi ulül azim bir peygamberin O’na ahir zamanda gelerek ümmet olacağını unutma!
Kısaca, bu gece yatma, boş şeylerle vaktini geçirme. Elinden ne geliyorsa yap. Ne yaparsan yarın ahirette onu bulacaksın.
….
GÜNÜN SÖZÜ: “Rabbin yolunda neyi feda etsen azdır. Unutma! Neyi feda edersen onu bulacaksın.”
 

Demokrasi ve islamiyet




Demokrasi ile islamiyet birbirlerine taban tabana zıt olan biri ilahi diğeri beşeri iki  sistemdir. Günümüzde demokrasinin islama uygunmuş gibi gösterilmeye çalışılması en büyük bir cinayettir. Bir iki örnek verecek olursak mesele anlaşılır. Mesela;
Demokraside faiz serbest, Kur’an’a göre yasaktır. Zina demokraside serbest, Kur’an’a göre yasaktır. Demokraside kadınlar istedikleri gibi serbestçe giyinebilirler. Kur’an’a göre ise örtünmek zorundadırlar. Demokraside mahkemelerde insanların kendi yaptıkları kanunlar geçerlidir. Kur’an’a göre ise mahkemelerde ilahi kanunlar geçerlidir vs. Anlamak isteyenlere verdiğimiz şu örnekler bile Demokrasi ile İslamiyet’in ne kadar bir birlerine zıt olduklarını,  hatta birinin olduğu yerde diğerinden bahsetmenin mümkün olmadığını gösterir.
Demokrasilerde en büyük suç dine dayalı devlet kurmaya çalışmaktır.
Şimdi bak, bir müslüman Kur’an’ın bütün hükümlerini kabul etmese müslüman olamaz, onları tatbik etmeye kalksa en büyük suçtur. Şimdi müslüman ne yapsın?
Söylüyorum. İmanını korumak için ‘Kur’an ne diyorsa o doğrudur ve ben onu kabul ediyorum, Kur’an’nın red ettiğini de red ediyorum’ diyecektir. Yoksa bu devirde faiz, içki yasak mı olur gibi veya Kur’an’a göre mahkeme, idare mi olur gibi sözler söylemek veya buna bezer fikirleri benimsemek insanı imansız eder de haberi bile olmaz. Bu meselenin ahirzamanda ne kadar ciddi bir mesele olacağı şu hadisten de iyice anlaşılır. Peygamberimiz (s.a.v.) ‘Ahir zamanda camilerde binden fazla kişi namaz kılacak, içlerinde bir mü’min bulunmayacak’ buyurmuştur. Dikkat edin. Bunu camide namaz kılanlar için söylüyor. Umarım meselenin ne kadar ciddi olduğu anlaşılmıştır.

Bid’atlerden sakının!...




Bid’at işleyenlere Ehl-i Bid’at denir. Ehl-i Bid’at’ın yaptıkları namaz, oruç, hac, zekat gibi aklınıza gelen bütün ibadetleri kabul edilmez. Her ne kadar ibadet yapmış olurlarsa olsunlar kıymeti olmaz. Bu hadis-i şerif ile sabittir. Öyleyse, bu bid’at meselesi son derece önemli bir meseledir.
Kısaca, bid’at: dinde olan bir şeyin kaldırılıp, yerine başka bir şeyin konulması ve onun ile amel edilmesidir.
Şimdi, çok dikkat çekici bir şey söyleyeceğim. Ramazan ayı neden on bir ayın sultanı oldu? “Şehru Ramzan ellezi ünzile fihil Kur’an” (Ramzan ayı öyle bir aydır ki onda Kur’an indirilmiştir)  ayetiyle sabittir ki.. ramazan ayı on bir ayın sultanı olma şerefini içinde Kur’an indirilmiş olmasından almaktadır. Peki… Kadir gecesi neden bin aydan daha hayırlıdır? Çünkü, o gecede Kur’an indirilmiştir. Dikkat ediyor musunuz? İş Kur’an’da… Kur’an’ın indiği ay böyle kıymetlenirse, Kur’an’ın indirildiği gece böyle şereflenirse… acaba O Kur’an ne kadar kıymetlidir, ne kadar önemlidir, anlaşılmaz mı?
Evet, Kur’an…Kur’an… Kur’an… Yaş ve kuru ne varsa içinde olan Kur’an… Allah’ın emir ve yasaklarının içinde yazılı olduğu Kur’an… Allah’ın kullarından neyi yapıp, neleri de yapmamalarını istediğini bildirdiği Kur’an… mirasın nasıl paylaşılacağından, haksız olarak cinayet işleyene ne ceza verileceğine kadar içinde her şeyin yazılı olduğu Allah’ın kelamı olan Kur’an… kadınların nasıl giyineceğinden devletin nasıl idare edileceğine kadar küçük büyük her alanda ayetlerin yazılı olduğu Kur’an…
Evet, dinimizin temeli Kur’an’dır. Kur’an’da Rabbimizin açık emir ve yasakları vardır. İşte bu açık emirlerin yapılmasını yasaklamak, onlara karşı olmak ve onların yerine başka şeyleri koyup onları tatbik etmek en büyük bid’attir. Ramazanda oruç tutacaksın, kadir gecesini sabaha kadar ihya edeceksin amma, Kur’an’ın toplum hayatında tatbik edilmesine gelince “olmaz!” diyeceksin. Elbette, Kur’an’da belirtilen emirler yapılmazsa onun yerine başka şeyler yapılacaktır. İşte o yapılanlar bid’attir.
Demek, kişi Kur’an’da belirtilen emirlere karşı olursa, onların yapılmasına engel olmaya uğraşırsa bu kişi ehl-i bid’attir. Dolayısıyla bu kişi sabahlara kadar namaz da kılsa, gündüzleri oruç ta tutsa bir faydasını göremez; bu bid’atı bırakmadıkça, bu bid’atten vaz geçmedikçe… Konumuz ile ilgili Ramuz el ehadis adlı kitaptan alınmış bazı hadisler:
Allah, bid'at sahibinin amelini, bid'atini bırakıncaya kadar kabul etmez.” Hz. İbni Abbas (r.a.)
“Bid'at ehli, Cehennem ehlinin köpekleridir.” Hz. Ebû Ümâme (r.a.)
“Allah (z.c.hz.) (dinde, amel ve inanışta) bid'at ehlinin ne duasını, ne zekâtını, ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder. Yani hiç bir şeyini kabul etmez. Nihayet bunlar, kılın hamurdan çekilişi gibi, dinden çıkarlar.” Hz. Huzeyfe (r.a.)
Evet, dinimizde belli olan bir hükmün kaldırılıp yerine başka bir şey konulması bid’at olursa; acaba dinimizin bütün hükümlerinin birden kaldırılması nasıl olur? En büyük bid’at işte budur ve bunu yapanlar, bunu yapanları sevenler, bu yapılanları beğenenler, bunlara taraftar olanlar, benimseyenler ve bunlarla isteyerek amel edenler ehl-i bid’at olurlar. Bunların yaptıkları hiçbir amel kabul edilmez ve bunlar cehennem ehlinin köpekleri olurlar.
Bu konu çok geniştir ve maalesef günümüz hocalarının da bu konuda yeterli bilgileri yoktur. Onlar “la ilahe illallah” diyenleri cennetle müjdelemekle meşguldürler. Dağlar gibi amellerle gelip te cehenneme atılmaları emredilecek olanların kimler olduğundan ise bahseden yoktur.
…..
GÜNÜN SÖZÜ: “En büyük bid’atlerden birisi de devletin Allah’ın kanunlarıyla değil de, insanların kafasından çıkan kanunlarla yönetilmesidir.”

Ümid ve korku arasında ol!




Dinimizde bu ölçü çok önemlidir. Mü’minin yeri, dinimizdeki tabiri ile “beynel havf ve reca” yani ümid ve korku arasıdır.
Yani, kişi Allah’ın rahmetinden hiçbir zaman ümidini kesmeyecek amma, Allah’ın azabından da emin olmayacak. Mü’min ne kadar ibadet yaparsa yapsın, ne kadar iyilikte bulunursa bulunsun kendisinden emin olmayacak, hatta alnını secdeye koysa, haram nedir bilmese ve son nefesine kadar ibadetle meşgul olsa, gene de emin olamaz. Çünkü, yarın kıyamet günü dağlar gibi ibadetle gelip te cehenneme gönderilecek insanlar olacaktır. Ehl-i bid’a’nın hiçbir ibadetinin kabul edilmediği hadislerle sabittir. Kendini beğenen kişilerin de ibadetlerine zerre kadar değer verilmeyecektir. Dolayısıyla bizler yaptığımız ibadetin kabul olunup olunmadığını bilemeyiz. Kabul olunsa bile, Allah’ın rahmeti olmadıkça bu ibadetler bizi cennete götürmeye yetmez. Peygamberimiz (sav) hiçbir kimsenin ibadeti ile cennete gidemeyeceğini, ancak Allah’ın rahmeti ile cennete gideceğini, kendisinin dahi böyle olduğunu bildirmiştir. Dolayısıyla ibadetlerine güvenmek, onlar ile kurtulacağını sanmak yanlıştır. Biz ibadetlerimizi Rabbimizin rızasını kazanmak için yaparız. Elbette O’nun rızası ibadet ve güzel amellerle kazanılır. Cennete gidebilmemiz, cehennem azabından kurtulmamız O’nun rızasına bağlıdır. O’nun rızası da iman etmeye ve salih amel işlemeye bağlıdır. İsyan ederek herhalde rızası kazanılmaz.
Evet, ibadet yapanlar kendilerine güvenmeyecekler, kendilerini garantide görmeyecekler. Bir de isyan yollarında gidenler var. Onlar da ümidlerini kesmeyecekler. Allah’ın rahmetinden ümid kesmek en büyük günahlardandır. O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır. İsterse bütün kullarının bütün günahlarını bir anda affedebilir. Nerde kaldı ki bir mü’minin günahı.
Demek kişi her ne kadar günahkâr olursa olsun Allah’tan ümidini kesmeyecek, her ne kadar ibadet yaparsa yapsın kendini garantide görmeyecektir.
Hatta cenab-ı Hak bir kudsi hadiste bir kulda iki korku ve iki emniyeti toplamayacağını bildirmiştir. Bir kul ki dünyada Allah’tan kormuş ise o, ahirette korkmayacak, bir kul da dünyada korkmamış, kendine güvenmiş ise onu da mutlaka ahirette korkutacaktır. Kısaca dünyada korkanlar ahirette korkmayacak, dünyada korkmayanlar da ahirette korkacaklardır.
Bu yüzden kesinlikle kendimizi beğenmeyelim, kimseyi de hor ve hakir görmeyelim. Hatta, her ne halde olursa olsun hiç kimseyi ayıplamayalım. Yarın onlar tövbe edip düzelirler de, bakarsın, Allah korusun, bizler o yanlış işlere girebiliriz. Dünyada bu anlattıklarımızın örnekleri pek çoktur.
Öyleyse bilelim ki garanti yoktur. Her sene hacca da gitsen, sabahlara kadar ibadette yapsan, her gün oruç ta tutsan garanti olmaz. Kişi ömrünü putlara taparak ta geçirse, her gün içki içip zinada etse gene ümidsizlik te yoktur. Çünkü tövbe kapısı açıktır. Kişi ruhunu teslim etmedikçe ümid kesilmez, tövbe edebilir, dönüş yapabilir. Bir tek söz de kişiyi cehennemin ortasına vardırabilir.
Yapılacak iş iman edip Salih amel işleyerek ve haramlardan uzak durarak rabbimizin rızasını kazanmaya çalışmak, böylece umduğumuza nail, korktuğumuzdan emin olmaya bakmaktır. Elbette itaat yolu cennet yoludur, ve isyan yolu da cehennem yoludur.
Aman, dikkat!
….
GÜNÜN SÖZÜ: “İnsanları canlandıran ümid, öldüren ise ye’s (ümidsizlik) tir”

Sadaka-i fıtr vermek orucun kabulüne vesiledir




Sadaka-i fıtr fakirlere verilir. Bayramdan önce verilmesi Hanefi mezhebine göre vacip olan bir sadakadır.
Sadaka-i fıtr vermek zenginlere vacip olduğu halde toplumumuzda fakir zengin, hatta yeni doğmuş bebeklere kadar herkes için verilmektedir. Çünkü bu konuda genişlik vardır.
Sadaka-i fıtr’ın hesaplanması ise: 1400 senedir dört mezhep kitaplarında yazılı olduğu şekilde hesaplanmış ve bu şekilde verile gelmiştir. Buna göre sadaka-i fıtr buğdaydan, arpadan, kuru üzümden ve hurmadan verilir veya bunların miktarı kadar para da fakirlere verilerek sadaka-i fıtr vazifesi ifa edilmiş olur. Hatta bunların aynısı, yani bizzat buğday, buğday unu, arpa, kuru üzüm ve hurma kitaplarda belirtildiği miktar kadar fakirlere verilerek bu vazife yapılmış olur.
Ancak ülkemizde, son yıllarda bizzat peygamberimiz (sav)’in uygulamalarına ve hadislerine dayanan ve dört mezhebe göre olan bu uygulama kaldırılmıştır.
Şimdi ise bir kişinin bir lokantaya gittiği zaman normal olarak karnını doyurması esas alınmıştır. Sabah ve akşam bir kişi lokantada kaç liraya karnını doyurabiliyorsa o miktar sadaka-i fıtr olarak açıklanıp ilan edilir olmuştur. Hiçbir İslam’i dayanağı olmayan bu hesaplama şekline göre bu sene sadaka-i fıtr miktarı 6.5 TL olarak ilan edilmiştir. Suudi Arabistan’da sadaka-i Fıtr miktarı 10 Riyal, takriben 4 TL civarındadır.
Şimdi sadaka-i fıtr miktarı, belki yılda bir defa verildiği için çoğu  kişileri pek etkilemeyecektir. Amma bu miktarla pek çok şey irtibatlıdır. Şimdi, hasta veya piri fani olduklarından oruç tutamayanlar tutamadıkları her bir oruç için bir sadaka-i fıtr miktarı sadaka vereceklerdir. Yemin bozanlar bu miktara göre yemin keffareti ödeyeceklerdir.
Böyle toplu ödemelerde veya çol çocuk sayısı fazla olan kişiler bu durumda bu miktarı ödemede zorlanacaklarından, ya  vermeme yolunu seçecekler veya kendi kafalarına göre bir miktar tespit edeceklerdir. Bunun bir örneğini yeni yaşadım.Böyle hasta olup oruç tutamayan bir nineye ne yapacağını sordum. Oğlu dedi ki “Oruç tutamıyor, fidyesini vereceğiz”
-Ne kadar vereceksiniz, Diyanet 6.5 TL olarak ilan etmiş, dedim.
-O çoktur, 30 oruç için 5 liradan 150 TL vereceğiz, dedi.
Evet, bu millet çok ilme sahip olmasa da sağ duyu dediğimiz bir hisse sahiptir. Bu konuda kitapların ne yazdığını bilmeseler de, bu sene tespit edilen miktarın fazla olduğunu hissediyorlar.
Şimdi, ‘bu işler hissedilerek olmaz’ diyen çok bilmişlere de ben derim ki.. lokantada çorba fiyatını sormak ile de olmaz!
“Efendim, fakirin lehine olduğu için….” Olmaz efendi, olmaz! Bu dindir, oyun değil. Sen zekatı da kırkta birden fakirin lehine diye kırkta ikiye çıkarabilir misin?
-Efendim, buğdaydan, hurmadan yapılan hesap ile ortaya çıkan miktar çok az.(!) Bunu söylemek dinimizde Allah ve resulünün koyduğu hükümleri beğenmemek anlamına gelir ki… çok tehlikelidir. Bize düşen dinimizde konmuş hükümlere fikrimizi karıştırmadan uymaktır. Mezhep imamlarına bakarak “biz de hüküm çıkarabiliriz” zannetmeyin. Onlar kılı kırk yararak, ayet ve hadislere dayanarak hüküm çıkarıyorlardı. Şimdi siz de deniyorsunuz amma bakın, gülünç duruma düşüyorsunuz. Lokanta fiyatlarına bakarak sadaka-i fıtr tespit edileceği hangi kitapta yazıyor?
Evet, dört mezhebe göre bu yıl sadaka-i fıtr miktarı 1.5 TL civarındadır. Buna göre sadaka-i fıtrını ödeyenler inşallah dinimizin bu emrini yerine getirmiş olurlar. Ancak durumu iyi olup ta, daha fazla ödemek isteyenler istedikleri kadar yüksek fiyattan ödeyebilirler. Dört hak mezhebe göre durum böyle, mezhepsizlere ise söyleyecek bir sözümüz yoktur.
….
GÜNÜN SÖZÜ: “ Cenab-ı Hakk’ın seni ne kadar sevdiğini anlamak istersen; sen O’nu ne kadar anıyorsun, ona bak!”

Zekatınızı hesaplayarak veriniz!




Zekat vermek Allah’ın emridir. Zekat vermeyenlerin malları yarın kıyamet gününde zorlu bir yılan haline geleceği ve sahibinin boynuna dolanarak ona azap edeceği hadislerle bildirilmiştir. Hiç kimse böyle bir azaba düşmek istemez. O zaman, eğer kendimizi seviyorsak, yarın mirasçılara kalacak malımız için kendimizi azaplara düşürecek hareketlerden kaçınmalı, zekatımızı fazla fazla vermeliyiz.
Aslında zekat vermek zor değildir. Amma günümüzde bazen zorlaştırılmaktadır. Mesela; gelin hanımın kolunda bilezikler vardır. Onların yılda bir zekatı verilecektir. Bu zekatı vermek o gelin hanımın görevidir. Ona farzdır. Vermezse cezayı da o çekecektir. Amma o gelin hanımın zekat verecek başka bir geliri yoktur. Bu durumda aslında evini zor geçindiren beye zekatı vermesi söylenir. O zavallı hem fakirdir hem de zengin olan hanımının zekatını vereceğim diye zorlanır. Böyle olursa elbette zekat vermek zor olur.
Hâlbuki zekât zengin olan kişinin malından verilir. Mesela, adam ayakkabıcı. Dükkanında 400 tane ayakkabısı var. Bunların ne en kötüsünden nede en iyisinden olmamak şartı ile 10 tane ayakkabıyı fakirlere zekat olarak verecek. Şimdi böyle zekat vermek o kişiye zor olur mu? Hatta dükkandan on ayakkabının eksilmesi fark bile edilmez. Diyelim adamın yüzlerce koyunu var. Hesapladı, dört koyun vermesi lazım. O sürüden dört koyun eksilse belli bile olmaz. Bunu vermek o sürü sahibine hiç zor olur mu? Zorluk şurada olmaktadır. Sen adama koyun verme de para ver dersen işte o zaman zor olur. Zekatı altının içinden çıkarıp vermek gerekirken gelin hanımın yaptığı gibi kocasına sen ver dersen elbette zor olur. Demek zorluk dinimizin dediğini yapmamaktan kaynaklanmaktadır.
Zekat vermek malı hiç eksiltmez. Hatta çoğaltır, bereketlendirir, şerrinden korur, telef olmasına, başına bela gelmesine mani olur ve ahirette de en az bire on, böyle ramazan günlerinde çok daha fazla sevap  kazandırır. Fakirin şöyle bir “Allah razı olsun” demesi de yanımıza kâr kalır.
Vermeyince ne olur? Birincisi, Allah’ın emrini yerine getirmediğinden isyan etmiş olursun ve ahirette de şiddetli cezalara çarptırılırsın. Bundan başka illa zekat kadar bir mal en azından elinden bir şekilde çıkar, bazen de fazlasını da götürür. Zekat fakirlerin malı olduğundan yarın onlar, ahirette yakana yapışırlar. Orada yakanı onların ellerinden zor kurtarırsın. Artık sen bilirsin.
Zekatın kimlere verileceği ayetlerde açık olarak belirtilmiştir ve sekiz sınıfa verilir. Günümüzde çeşitli şer-i hilelerle zekatlar okul, yurt, kurs gibi zekatın geçmediği yerlere aktarılmaktadır. Bu öyle bir vebaldir ki.. zekat fakirlerin hakkı olduğundan hile ile o zavallı fakirlerin malları çalınmış, gasp edilmiş olur. Bu adamlar soygun yapsalar, hırsızlık yapsalar hiç olmazsa zenginlerin mallarını çalmış, gasp etmiş olurlar. Bunlar bu şekilde fakirlerin mallarını gasp ettiklerinden daha büyük bir suç işlemiş olurlar. Hayır yapacağız derken büyük vebal altına girmektedirler. Bu arada kişi kendisi bilerek bu hileli yola baş vuruyorsa zekat borcunu da ödememiş olacağından yarın ahirette zekat borçlusu olarak azap göreceği açıktır.
Her işimizde olduğu gibi zekat verirken de dinimiz nasıl diyorsa ona göre hareket edelim. Zekatı verirken en yakın akrabadan başlamak güzel olanıdır, daha fazla sevap kazandırır, akrabalık bağlarını geliştirir. Bu arada komşuları da unutmayalım.
….
GÜNÜN SÖZÜ: “ Başkasına yaptığın iyiliği unut, kötülüğü unutma! Başkasının sana yaptığı kötülüğü unut, iyiliği unutma!”

İtikaf günleri yaklaşıyor




Malum, Ramazan ayının son on günü dünyadan tamamen elini çekip, bir camiye kapanarak kendini tamamen ibadete vermeye itikaf deniyor.
Peygamberimiz s.a.v her Ramazan mutlaka itikafa girerdi. Eğer bu sene herhangi bir sebepten dolayı itikafa girememiş ise, ertesi sene yirmi gün itikafa girer ve giremediği yılı telafi ederdi. Demek, itikaf müekked bir sünnet olup, Peygamberimiz s.a.v.’in terk etmediği bir ibadettir.
Dolayısıyla sünnet-i kifaye olan bu ibadeti toplumda hiç olmazsa bazı müminler yerine getirmelidir ki.. diğer müminler vebalden kurtulsunlar. Eğer şu şehirde bir tek kişi bile bu sünneti yerine getirmezse hepimiz mesul oluruz. Bu yüzden bu konuda müftülüklere görev düşmektedir. İtikaf teşvik edilmelidir. Bu işte ehil olan bazı hocalarımızın nezaretinde itikaf yapılması sağlanmalıdır. İtikafa girmek isteyenlere yardımcı olunmalı, bu iş için bazı camiler hazırlanmalı ve hem bu sünnet ihya edilmeli, hem de sünnet-i kifayenin terki dolayısıyla bütün müminlerin vebal altında kalması önlenmelidir. Umarım müftülüğümüzün bu konuda bir çalışması vardır.
Peygamberimiz s.a.v. terk etmeden her sene itikafa girdiğine göre, bundan bizim çıkaracağımız ders şudur: İnsan ibadet ve kulluk için yaratılmış ve ebedi hayatı kazanmak için şu dünyada geçici olarak bulunmaktadır. Ancak içinde bulunduğumuz şartlar insanı fazlası ile meşgul etmekte, hatta yaratılış gayesinden uzaklaştırmaktadır. Yıl on iki ay dünyaya koşan insan, Ramazan ayının gelmesi ile bir nebze olsun ibadete yönelmektedir. Ramazan ayının son on gününde ise içinde Kadir gecesini bulunduğundan bir gecede bir ömürde kazanılamayacak sevabı kazanmak mümkündür. Kadir gecesini son on günde aramak gerektiğinden, son on gün artık tamamen dünya işlerini bırakıp, kendini ahirete vermek gereken bir zamandır. Her işimizde işin en doğrusunu bize ders veren ve bizzat kendisi tatbik ederek gösteren  peygamberimiz s.a.v. bu meselede de bize en doğru olan hareketi itikafa girerek göstermiştir.
Evet, şu dünyada geçici olarak bulunan ve her an ahiret yolculuğuna çıkmak ihtimâli olan bizler, ahiretimizde akıl almaz faydaları olacak Ramazan ayının son on gününü elimizden geliyorsa itikafa girerek ve kendimizi tamamen dünyadan çekerek geçirmeli, ahirete yönelerek kendimizi tamamen ibadete vermeliyiz.
Evet, dünyanın az bir menfaati için bir çok zahmetlere katlanan bizler, ahiretin büyük menfaatleri için de bazı zahmetlere katlanmalıyız. Ramazan’ın son on gününü mümkünse, yapabiliyorsak itikafa girmeli, yapamıyorsak yine de elimizden geldiği kadar dünya işlerini bırakmalı yada en aza indirerek ibadet ve taate yönelmeliyiz. Evet, yapılacak doğru hareket budur, sünnet olan da budur.
……..
GÜNÜN SÖZÜ: “Kısacık dünya hayatındaki rahatın için bu kadar zahmetlere katlanıyorsun da, niçin ebedi hayatındaki rahatın için az bir zahmete katlanmıyorsun?”

Ramazan ayını çocuklarımıza sevdirelim




Ramazan ayı çocuklar için, özellikle gece yarısı kalkıp yemek yemeler, iftarlar, teravih namazları onlar için çok farklı şeyler ifade ederler. Top atılması, salalar verilmesi, camilerde görmeye alışık olmadığı mukabeleler, akşam vakti ezanı bekleyerek sofra başında beklemeler ve en nihayetinde bir bayram havası içindeki teravih namazları…
Evet, çocuklar normal zamanlarda görmeye alışık olmadığı bu güzel faaliyetleri çok severler. Bir de bizzat o faaliyetlere katılırlarsa sevinçleri kat be kat artar. Dolayısıyla çocuklara ramazan ayını sevdirmenin birinci yolu bizzat onunda bu faaliyetleri yapmasına fırsat vermektir. O da bizzat bunları yaparak diğer insanlara katılmalıdır. Elbette çocukların yaşına göre anne babalar onun neleri yapabileceğine karar vereceklerdir amma, özellikle annelerin şefkati onları bu güzel işlere katılmaktan alıkoymamalıdır. Bunu deyince annemin orta okul çağlarımdayken, oruç tutabilecek durumdaki bize yaptıkları geldi. Ben oruç tutmak isterdim. Mutlaka sahura kaldırmalarını söylerdim. Bir bakmışım sabah olmuş. Ya..Hu anne, beni niye kaldırmadınız? Derdim. “Oğlum, daha küçüksün, zayıfsın, sonra tutarsın” derdi. Aslında bu, yanlış bir hareketti. Annelik şefkati oğluna kızına acıyıp oruç tutturmamak değil, tam tersine “aman, oğlum ateşe girmesin” diyerek Allah’ın emir ve yasaklarını yapmasını sağlamaktır. Özellikle yedi sekiz yaşlarımdaki ramazanları hatırlıyorum. Sahura kalkmayı o kadar severdim ki…Amma annemiz çok azına bizi kaldırırdı. Demek bu günde yedi, sekiz yaş civarı çocuklarımızı eğer kalkmak istiyorlarsa mutlaka sahura kaldırmalı ve o zevki onlara tattırmalıdır.
Öyleyse, bu ayda çocuklarımıza yaşlarına göre muamele etmeli, yedi sekiz yaş civarı çocuklar sahura kaldırılmalı, yavaş yavaş oruç antremanı yaptırılmalıdır. Öğleye kadar veya duruma göre daha az veya çok oruç tutturmalıdır. Üst üste üç gün oruç tutabilecek çağa gelmiş olanlar artık oruç tutmaya başlamalıdırlar. Bırakın biraz aç kalmayı, susuz kalmayı görsünler ve yaşasınlar. Bu az bir zahmet, onlara çok şeyler kazandıracaktır.
Onları ellerinden tutup camiye götürüp mukabele dinletelim. Onları sıkmayacak şekilde buna devam edelim. Çocukları teravihe götürelim. Yalnız ,bunda ölçüyü kaçırmamak gerekir. Çünkü henüz söz anlamayacak kadar küçük olan, iyi ve kötüyü ayıramayan, tuvaletini tutamayan veya yaramazlık ettiği zaman insanları rahatsız ettiğinin farkında olmayan çocukları camiye götürmek doğru değildir. Demek, söz anlayacak çağda olan ve diğer cemaati rahatsız etmemeyi bilen ve tuvaletini tutmasını öğrenmiş durumdaki çocuklar camiye getirilmelidir. Yoksa, çocukları camiye alıştıracağız diye henüz neyin ne olduğunu bilmeyen, ağlayıp cemaati rahatsız eden, cami içinde koşup insanları rahatsız eden çocukları camiye getirmek doğru değildir. Bu konuda hadis-i şerif te vardır.
Çocuklar, bizzat yaşanmış olan peygamber kıssalarını dinlemeyi çok severler. Bunları ya  vaazlarda dinletmeli veya kendimiz bizzat okuyup anlatmalı, yahut da  kitaplardan bizzat onlara okumalıdır. Bu onlara sarsılmaz bir iman kazandıracağı gibi, kuvvetli bir şekilde dinimize de ısındıracaktır.
Evet, çocuklarımız ile ilgilenelim, yaşlarına göre yapabilecekleri her şeyi ramazanda onlara yaptıralım ve bu ayı dolu dolu yaşamalarına fırsat verelim.

İnsanlar üç guruptur





1. Ehl-i dünya    2. Ehl-i ukba  3. Ehlullah

Ehl-i dünya olanlar dünyayı elde etmek için çalışanlardır. Ahiret düşüncesi taşımazlar. Helal haram bilmezler. Menfaati, zevki nerede ise oraya yönelir. Menfaati var mı,  yok mu ? ona bakar.Ehl-i ukba ise ahiretteki kâr ve zararını düşünür.Kendisine ahirette menfaati olacak şeyleri zorda olsa yapar. Hoşuna gitse bile kendisine ahirette zararı dokunacak şeyleri yapmaz. Ehlullah ise; dünya ve ahiret menfaatleri peşinde değildir. Onun için önemli olan Allah’ın rızasını kazanmaktır. Oda hareketlerinde hep O’nun rızasının olup olmadığını düşünür. Allah’ın razı olacağı şeyleri yapar, razı olmayacağı şeylerden kaçınır.
Allah cc bizim kendi rızasına uygun hareket etmemizi ister. Boş ve fani olan dünyanın peşinden koşmamızı istemez. Bunun için ehl-i dünyanın hali perişandır. Ne kadar dünyayı elde etse de sıkıntılardan kurtulamaz. Dünyada da ahrette de perişan olur.Ehl-i ukba ise dünyanın peşinde koşmadığı için rahat eder. Dünyada rahat ettiği gibi ahirettede rahat eder.Dünya ve ahiretin peşinde koşmayan,sadece rıza-ı ilahiyi esas maksat yapan Ehlullah ise dünyada en çok zevki o eder, ahirettede en çok keyfi o eder. Ayrıca Cenab-ı Hak’kın rızasını kazanmak o kadar kıymetli ve o kadar zevklidir ki bildiğimiz zevklerle onu kıyas etmek mümkün değildir.
Gariptir ki ehl-i dünya dünyada ve ahirette perişan olduğu halde insanların çoğu bu guruba yönelmiştir. En az olan gurup ise en kıymetli olmasına rağmen Ehlullah olan guruptur.Şimdi biz kendimize bakalım. Söyle bakalım. Sen hangi guruptasın ?
Selahattin ALTINTAŞ

Küsleri barıştırın




Bir müminin diğer bir mümine üç günden fazla küs durması yasaklanmıştır. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin” emrini vermiştir. Hucurat Suresi10.
Dinimizde sosyal ilişkilere son derece önem verilmiştir. Bir gün bir kişi itikafta olan büyük bir zata gelip küs olduğu kişi ile kendisini barıştırmasını ister. O kişi hemen itikaftan çıkıp onları barıştırmaya yürüyünce bu kişi “efendim, acele etmeseydiniz, bizi bayramdan sonra barıştırırdınız, itikafınızı bunun için bozmasaydınız” demiştir. O büyük zat ona “iki kişinin arasını düzeltmek on sene itikâftan daha hayırlıdır” mealindeki hadis-i şerifi hatırlatmıştır. Evet, iki küs kardeşimizi barıştırmak, onların arasını düzeltmek on sene itikâf yapmaktan daha fazla sevaplı güzel bir ameldir. Hangimiz on sene itikaf yapabilir? Değil on sene, on gün bile itikâfa giremiyoruz. Hâlbuki toplumdaki küsleri barıştırmak sureti ile böyle yüksek sevaplar kazanmamız mümkündür.
İnsanlar genellikle nafile ibadet yapanların çok sevap kazandıklarını sanırlar. Hadis-i şerifte görüldüğü gibi bir küsü barıştırmak on sene itikâf yapmaktan daha fazla sevap kazandırmaktadır.
Evet, çok amel ve ibadet yapmasalar bile insanlara yakın olan, onların dertleri ile ilgilenen ve onların sıkıntılarını gidermek için çalışanlar; işte bu kişilere  sevap noktasında yetişmeye imkan yoktur. Onlar yaptıkları küçük gibi görünen bir hareketle diğer insanların senelerce ibadet ile kazanacakları sevaptan daha fazla sevap kazanmaktadırlar.
Öyleyse, farz ibadetlerimizi yapıp haramları terk ettikten sonra sevap kazanmak, ahiretimizi kurtarmak istiyorsak, insanlara yardım edelim, onların sıkıntıda olanlarına yardımcı olalım, küs olanları barıştıralım, hasta olanlarına, odun kömür alamayanlarına, fakir olup evlenemeyenlerine, yaşlı olup ekmeğini alamayanlarına ve hakeza aklınıza ne gelirse yapabileceğimiz kadar yardımcı olalım. Onların şöyle içten bir “Allah razı olsun” demelerine paha biçilemez. Zaten biz de bütün bunları onlardan hiçbir karşılık beklemeksizin sırf Allah cc bizden razı olsun diye yapalım. İnşallah o zaman Allah cc bizden razı olacaktır.
Allah’ın bir kuldan razı olması demek o kişinin ebedi olarak kurtulması demektir. Dünya ve ahirette mutlu olması demektir. Bundan daha başka insan ne isteyebilir ki..
Evet, toplum ile, insanlar ile ilgilenelim, elimizden geldiği kadar onlara iyilik yapmak ve yardım etmek için gayret edelim. Bu yapacağımız hareketler karşılıksız değildir. Sırf insanlara böyle yardımcı olmak ile evliya olmuş nice zatlar vardır.
İnsanlara iyilikte bulunmak böyle sevaplı ve böyle mükâfatı büyük olduğundan kötülük yapmanın da o derece kötü ve günah olduğu açıktır. Eğer iyilik yapamıyorsanız,  hiç olmazsa insanlara zararınız dokunmasın. Bu dahi bir iyiliktir.
…..
GÜNÜN SÖZÜ: “İyilik yapan sanki kendine iyilik yapmıştır, ve kötülük yapan da sanki kendine kötülük yapmıştır.”

Firavun’un cesedi




Firavun eski Mısır’da yaşamış, Allah’a  baş kaldırmış, Allah’ın elçisi olan Hz Musa AS’ı dinlememiş bir kafirdir. Bir gün Musa AS ve beraberindekileri öldürmek için ordusu ile beraber peşlerine düşmüş, Mucize olarak kızıldeniz açılmış, Musa AS ve beraberindekiler denizi geçmiş, Firavun ve ordusu denizin kapanması sonucu boğulup gitmişlerdir.
Ancak Kur’an-ı Kerim sadece Firavun’un cesedinin muhafaza edildiğini ve ileride ibret olması için çıkarılacağını haber vermiş ve haber verdiği gibi bundan ikiyüz sene kadar önce Firavun’un cesedi secde eder vaziyette kızıldenizden çıkarılmış ve İngiltere’de bir müzeye konulmuştur.
İşte Firavun’un cesedinin 1700 lü yıllarda çıkmasının bir anlamı da şudur ki; o tarihten itibaren dünyada firavunluk tekrar hortlayacak. Evet aynen öyle olmuş ve nice firavunlar ortaya çıkmış ve aynen onun gibi davranmışlardır. Yani Allah’ı tanımamışlar ve son peygamber Hz Muhammed’i SAV dinlememişlerdir.
Nihayetsiz aciz ve zaif olarak Allah’ın yarattığı bu insan acaba neyine güveniyor da Allah’a isyan ediyor. Hangi makamda olursa olsun, ne kadar varlıklı olursa olsun yaptıklarının hesabını Allah’ın huzurunda vermeyecek midir. O hesabı kolay vermek için veya o hesaptan kolayca kurtulmak için bulunduğumuz her yerde Allah’ın emir ve yasaklarına göre hareket etmek gerekir. O’na isyan etmeyi marifet sananlara duyurulur.
Allah cc faizi yasaklamış. Ben serbest ediyorum diyemezsin. Dersen ne olur. Bende bir ilahım demiş olursun ve dinden çıkarsın. Bu hareketi tasvip edenlerde aynıdır.
Allah cc zinayı yasaklamış. Ben serbest ederim ve fuhuşhaneler açarım diyemezsin. Allah cc haccı farz kılmış. Ben yasaklıyorum diyemezsin ve hakeza.
Unutmayalım ki böyle yapanlar ayet ile de sabittir ki Allah cc ve resulüne harp açmış olurlar. Ve yine unutmayalım ki bu savaşta insanın hiç şansı yoktur.

Para ve kazancımız


 
Parayı ekseriyetle herkes sever. Çünkü bu dünyada para demek ev demek, araba demek, güzel yiyecek-giyecek demek, gezmek demek, istediğin gibi yaşamak demek vs. Yani bu dünyada sevdiğin, arzu ettiğin şeylere genellikle para ile ulaşabiliyorsun. Bunun için hemen herkes parasının çok olmasını ister, kar kış demeden, soğuk sıcak demeden sabahleyin herkes evinden çıkar ve biraz daha kazanacağım diye koşturur durur. İstisnalar bahsimizden hariçtir.
Para kazanma işi başlı başına bir meseledir. İnsanlar en çokta para kazanırken imtihan olurlar ve genelliklede bu sırada imtihanı kaybederler. Bunun için yarın ahirette kimse ‘nereden kazandın ?’ sorusuna cevap vermeden adım bile atamayacaktır. Parayı kazandıktan sonra harcamak ise apayrı bir meseledir. Oda ayrı bir imtihandır. Peygamberimiz SAV şöyle buyurmuştur’ İbadet on kısımdır. Dokuzu helal lokmadır.’ Demek helal kazanmak son derece önemlidir. Çünkü kazancımıza haram karışırsa yediğimiz haram içtiğimiz haram olur. O zamanda yapmış olduğumuz ibadetler kabul olmaz. Peygamberimiz SAV bu konuda şöyle buyurmuştur.’ Her hangi bir vücut haramdan meydana gelmişse o ateşe daha layıktır.’ Öyleyse her şeyden önce helal kazanmaya gayret etmek lazımdır. Kazanç haram olursa gerisi boştur.
Bildiğiniz gibi bizler ahir zaman fitnesinin içinde yaşıyoruz. Bu fitne çok dehşetli fakat çok caziptir. Adeta herkes isteyerek o fitneye girer. Çünkü o fitnenin içinde insanın çok hoşuna gidecek şeyler vardır. Bu fitnenin içinde yaşayan insanların bir özelliği de haram helal demeyecekler, nereden gelirse gelsin diyeceklerdir. Ne dersiniz bu gün öyle değil mi ?

Sevelim, sevilelim




İnsanın en güzel, en tatlı, en şirin duygularından biride sevmek duygusudur. Cenab-ı Hak insanın kalbine nihayetsiz bir sevme kabiliyeti koymuştur. İnsan bu duygusu ile önce kendisini sonra ailesini, çoluk çocuğunu, evini arabasını, komşularını, oturduğu şehri, yaşadığı ülkeyi, dünyayı ve her şeyi sever. Ne kadar çok şeyi severse sevsin sevme duygusu azalmaz. Çünkü nihayeti yoktur.
Allah cc abes iş yapmaz. Öyleyse bu duyguyu insana boşuna vermemiştir. Ayrıca önüne gelen şeyi sevsin diye de vermemiştir. Demek insanın her hareketinde ölçü ve istikamet olması gerektiği gibi sevmesi de istikametli olmalıdır.
Şimdi biz ekseriya neyi severiz. Her şeyin güzelini severiz. Hâlbuki kainattaki ve dünyadaki bütün güzellikler Cenab-ı Hak’kın güzelliğinin sadece bir gölgesidir. Biz bize iyilik yapanı severiz. Halbuki bizi yaratıp akıl almayacak nimetler vererek bize en büyük iyiliği yapan Cenab-ı Hak’tır. Ve hakeza bu böyle devam eder gider. Evet Cenab-ı Hak bizim kalbimize nihayetsiz sevme kabiliyetini kendisini sevmemiz için koymuştur. Bu yüzden kendisini sevmemiz için verdiği bu duyguyu başkasına kullanmaya kalkarsan tokadı çabuk yersin. O sevdiğin şey başına bela olmaya başlar. Öyleyse sen önce onu sevdikten sonra her şeyi onun eseri, onun nimeti, onun mahlûku diye sevebilirsin. Bu zarar vermez.
Fakat doğrudan doğruya bir şeyi sevmek yasaktır. Sahibini yakar. Akşama kadar dinlediğiniz şarkılardaki ağlamalar hep bu yanlış sevmenin neticesidir. Bir şeyi doğrudan doğruya sevenler ekseriyetle o şey ile sıkıntıya uğratılırlar. Bu yanlış sevdiğin evladın olabilir, evin olabilir, tarlan olabilir ve hakeza her şey olabilir. Eğer bunları Allah’ın birer nimeti veya eseri olarak değil de doğrudan doğruya seversen onların eliyle sıkıntıya uğrarsın ve hayatın hep elemli geçer.
Bu gün insanların büyük çoğunluğu istikametsiz sevmesinden dolayı elem çekmektedir.Şarkıların sözlerine dikkat edersen anlarsın.Allah cc bizlere her işimizde olduğu gibi sevmemizde de istikametli olmayı nasip etsin.
Selahattin ALTINTAŞ

Haramlar oruçta hayır bırakmaz!




Elbette oruç yeme-içmeyi terk ve cinsi münasebetten uzak durmak ile tutulur. Bu, orucun şartı olmakla beraber bazı başka şartlar da vardır. Bunların başında haramları terk etmek gelir. Peygamberimiz (sav) yalan söylemeyi bırakmadan oruç tutanların ellerine aç ve susuzluktan başka bir şeyin geçmeyeceğini haber vermiştir. Başka bir hadislerinde de haramları terk etmeyenlerin böyle olduklarını bildirmiştir.
Demek yeme içmeyi terk ederek oruç tutacağız amma bu orucun oruç olabilmesi, ahirette onun sevabına nail olabilmemiz ve onun feyiz ve bereketinden istifade edebilmemiz ancak haramları terk etmemiz ile mümkündür.
Bir hadis-i şerifte peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
Şu beş şey, oruç ve abdestte hayır bırakmaz:
1- Yalan,
2- Gıybet,
3- Söz taşımak,
4- Harama bakmak,
5- Yalan yere yemin. (Deylemi)
Haramları terk etmek her zaman mühim ve lazım iken, ramazan ayında özellikle oruçlu olduğumuz vakitte şarttır. Çünkü orucumuzun oruç olabilmesi bu şarta bağlıdır. Dolayısıyla orucumuzu ifsat edecek, sevabından mahrum edecek hareketlerden şiddetle kaçınmalıyız.
Özellikle günümüzde haramlar almış başını gitmiştir. Açık saçıklığın çok yaygın olması adeta harama nazardan kurtulmayı imkansız hale getirmiştir. Bu durumda hiç olmazsa elimizden geleni yaparsak ve bu günahlara düşecek ortamlardan elimizden geldiği kadar uzak  durursak inşallah oruçlarımız makbul olur.
Haramın çok çeşitleri vardır. Bunların başında haram yemek gelir. Maalesef günümüzde faiz ile iştigal ve çeşitli sebepler ile haram lokma çoğalmıştır. Haram yemek her şeyi mahvetmek için yeterlidir. Bunun için “ibadetin onda dokuzu helal lokmadır” denmiştir. Öyleyse haram lokmadan şiddetle kaçınmak gerekir.
Dil ile işlenen haramlar ve bu şekilde konuşanları dinleyerek haramlara girmek günümüzde yaygın hale gelmiştir. Özellikle komedi adı altında çok haramlara girilmektedir. Peygamberimiz (sav) insanları güldürmek için konuşanlara: “Yazıklar olsun o kimseye ki insanları güldürmek için konuşur” diyerek ikaz etmiştir. Komedinin çok yaygınlaştığı günümüzde bu hadis kulaklara küpe olmalıdır. Çünkü onları seyretmenin onların günahına ortak olmak olduğu açıktır.
Kısaca haramın her türlüsünden kaçınmalıyız. Haramları terk etmeden ibadetlerimizden hayır göremeyiz. Nelerin haram olduğu ise dinimizin anlatıldığı kitaplarda uzun uzun açıklanmıştır. En azından büyük günahlardan elimizden geldiği kadar kaçınırsak inşallah küçüklerini de Allah cc affeder.
………..
GÜNÜN SÖZÜ; “Neyin doğru, neyin yanlış olduğu Kur’an ile anlaşılır. Bu günkü fikir karışıklığının sebebi Kur’an’ın ölçü olarak alınmamasıdır.”






 

Oruç şükrün anahtarıdır!




İnsanın dünyaya gönderilmesinin en önemli hikmetlerinden biri de şükür etmesidir. Şükür insanın mutlaka yapması gereken en önemli bir vazifesidir.
Ancak şükür edebilmek için nimetin farkına varmak gerekir. İnsan ise ekseriya elindekilerin kıymetini bilemez ve genel olarak elinden çıktıktan sonra fark eder. İnsan elindekini kaybetmeden bir nimetin kıymetini anlayamaz. Anlayamayınca da o nimete hakkıyla şükür edemez.
Meşhur bir hikâye vardır. Bildiğiniz gibi su, balıklar için hayati bir öneme sahiptir. Su olmazsa yaşayamazlar. Şu yazacağımız, hikâye bile olsa, çok manalar ifade etmektedir. “Bir gün balıklar toplanmışlar ve büyük olan balığa gitmişler. Demişler ki su diye bir şey varmış, nedir o?” Düşünebiliyor musunuz? Devamlı içinde yaşadığı suyu bilemiyor
Çünkü, susuzluğu bilmeyen balık suyu da bilemez. Dolayısıyla o büyük nimetin farkına varmadığı için şükür de edemez.
İşte biz insanlar da böyleyizdir. Her gün nimetler içinde yüzdüğümüz halde bunların farkına varıp hakkıyla şükür edemeyiz. Hâlbuki en büyük vazifelerimizden olan şükür vazifemizi yerine getirebilmemiz için nimetlerin farkına varmamız gerekir. Bu ise onlardan mahrum kalmak ile mümkün olur. İşte oruç bu vazifeyi görür. Allah’ın yasak etmesi ile yeme ve içmeden kesilen insan yediği yemeklerin, meyvelerin, suların nasıl kıymetli birer nimet olduklarını anlar. Bu anlama ile nimetleri fark eden insana en mühim vazifesi olan şükür kapısı açılır. Yiyip içtiği nimetlerin ne kadar kıymetli nimetler olduğunu fark eden insan onları veren zata teşekkür borcunu yerine getirmeye başlar.
Yeme içmedeki nimetleri fark edip şükre başlayan insan bir müddet sonra diğer nimetleri de fark etmeye başlar. Mesela: hava bir nimet, güneş bir nimet, ay bir nimet. Yağmurlar, ağaçlar, evler, evlatlar, dostlar ve hakeza.. Göz, kulak, el ve ayaklar kıymeti takdir edilemeyecek derecede büyük birer nimettirler. Nihayetinde bakar ki sayısız nimetler kendisini kuşatmış. O da bunu anlaması ile şükrünü artırır. Gün geçtikçe daha fazla nimetleri fark etmesi daha fazla şükür etmesine sebep olur. En nihayetinde bu kadar nimetlere şükür etmekte aciz kaldığını fark eder ve “Allah’ım! Nimetlerine karşı şükürden acizim” der. Cenab-ı Hak bu sözü büyük bir şükür olarak kabul eder.
İşte insan oruç vasıtası ile nimetler alemini fark edebilir ve en büyük vazifelerinden biri olan şükür vazifesini yapabilir.
Öyleyse orucumuz sadece yiyip içmeyi terk etmekten ibaret olmasın. Orucumuz bir anahtar gibi nimetler alemini açsın ve bizim o nimetleri fark etmemizi sağlasın. Elbette fark ettiğimiz her bir nimet bizim daha fazla şükür etmemizi sağlayacaktır. Şükrün karşılığı ise ahirette cennette verilecektir.
Şükür etmek nimetlerin artmasına sebep olur. Şikayet ise eldeki nimetlerin gitmesine sebep olur. Demek şükrün karşılığı daha dünyada başlamakta, nankörlüğün cezası da hemen dünyada görülmektedir.
Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim Suresi, 7)
“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azap etsin? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir.” (Nisa Suresi, 147)
……
Günün sözü:         “Bu dünyada her şey fanidir. Allah için ve Allah yolunda olanlar hariç”

Vaazlarımız..



Küçüklüğümden beri vaaz edenleri büyük bir ilgi ile dinlemişimdir. Çünkü nice bilmediğimiz şeyleri onlardan öğrenmişizdir. Yalnız şu da var ki; onların hep 21. yüzyılda, ahirzaman fitnesinin tam ortasında yaşayan insanlara hitap ettiklerinin şuurunda olarak vaaz etmelerini istemişimdir. Zira bu insanlar haramların ve bid’aların her tarafı sardığı bir zamanda yaşıyorlar. Öyle bir zaman ki; Ümmet-i Muhammed 1400 senedir bu fitneden Allah’a sığınmıştır. Garip olan bir şeyde şu ki; böyle dehşetli bir fitnenin içinde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğunun bundan haberi yoktur. Şimdi bu büyük fitnenin içinde olan insan ne yapacak ? Ebedi hayatını nasıl kurtaracak? İşte vaazlarımız bugünün problemlerini ortaya koyup insanımızın ebedi hayatta sıkıntılara düşmemesi için neler yapması gerektiğini anlatmalıdırlar. Anlatırlarsa bu dünyada sıkıntıya uğrayabilirler. Anlatmazlarsa yarın ahirette sıkıntıya düşen insanların önce onların yakasına yapışıp ‘niçin bize doğru yolu göstermediniz’ diyerek davacı olacakları unutulmamalıdır.
İşte günümüzde toplum olarak yaptığımız yanlışlardan biride televizyonlarda yapılan dinimizle ilgili tartışma proğramlarıdır. Hâlbuki dini meselelerin tartışma suretinde bahsi caiz değildir.  Her kes haklı çıkacağım diye uğraştığından ölçüsüz gidilir.Bunun için konuşan ve dinleyenler zarar ederler. Dolayısıyla böyle proğramlar düzenlemek, bu proğramlara katılmak veya böyle proğramları izlemek caiz değildir.
Dini meseleler ancak bir mes’elede işin doğrusunu öğrenmek maksadı ile işin ehli olan kişiler arasında bir fikir alışverişi tarzında olabilir.
Selahattin ALTINTAŞ

İktisad



Bildiğiniz gibi ahir zaman fitnesinin tam ortasında yaşıyoruz.Bu fitne o kadar dehşetlidir ki; Ümmet-i Muhammed 1400 senedir bu fitneden Allah’a sığınmıştır.Peygamberimiz SAV ‘ahir zamanda açlık büyük rol oynayacak’ diyerek günümüzün en büyük meselelerinden olan geçim sıkıntısına dikkat çekmiş ve israf edenlerin geçim sıkıntısı çekeceklerini ve dolayısıyla ahir zaman fitnesine düşeceklerini haber vermiştir.Evet bugün ekser insanların belki en büyük meseleleri geçim sıkıntısıdır. Bu insanı o kadar meşgul ediyor ki adeta diğer meseleler ikinci üçüncü derecede kalıyor.Çocuklar bile dünyayı elde edeceğiz diye daha ilk okul çağında koşuşturmaya başlıyorlar.
Madem geçim sıkıntısı bu gün çok önemli bir mesele olmuş, ve madem geçim sıkıntısına düşen bu ahir zaman fitnesine düşmekten kurtulamıyor.Öyleyse buna bir çare bulmalıdır ki ebedi hayatı kazanmak için dünyaya gelen insan o çok önemli işlerine bakabilsin.Bunun da çaresini gene peygamberimiz SAV’den öğrenelim.’iktisat eden aile meşakkat ve belasını çok çekmez’. Evet çare iktisat ve kanaattir. İktisat edenler büyük bereket görürler ve geçimleri kolay olur. Zaruri olmayan şeylere paramızı harcamazsak ve ihtiyacımız olan şeyleride en ucuz yoldan temin edersek iktisat etmiş oluruz. İmkanı iyi olanların daha iyi bir hayat yaşamalarına karışmakta doğru değildir.
Geçim sıkıntısını her zaman geliri az olanlar çekmez. Çok kazananlarda geçim sıkıntısı çekebilirler. Sebebi israftır, yerli yersiz harcamaktır. Yersiz para harcayanların şeytanların kardeşleri olduğu ayet ile bildirilmiştir.Öyleyse ben çalıştım, ben kazandım, istediğim gibi harcarım diyemezsin.
Ahir zaman fitnesine düşmemek için, rahat ve huzurlu bir hayat sürmek için iktisat edelim, kanaat edelim, başkaların elindekine gözümüzü dikmeyelim, imkanlarımız olsa dahi israftan kaçınalım, fakirlerin zenginlerden beşyüz sene önce Cennete gireceklerinide hatırlayarak sabır içinde şükür edelim.
Selahattin ALTINTAŞ

Oruç sabrı öğretir



En çok ihtiyacımız olan şeylerden birisi de sabırdır. Sabır ise sıkıntı çekmek ile elde edilir. Özellikle bu ahir zamanda kurtuluşa erebilmek için sabırlı olmaya çok ihtiyacımız vardır.
Sabır ise öyle kolay elde edilemez. Şu kadarını söyleyelim ki sabır Rabbimizin güzel isimlerindendir. İnsanların içinde ise en sabırlı olan peygamberimiz(sav)’dir. Demek, ne kadar sabırlı bir kişi isek o kadar olgun bir adamız demektir. Tanıdığınız tanımadığınız bütün büyük zatların ortak özellikleri sabırlı oluşlarıdır. Siz hiç etrafına bağırıp çağıran büyük zat gördünüz mü?
Kişinin ne kadar sabırlı olduğu ise karşılaştığı zorluklar ile ortaya çıkar. Bu durumda, demek ki en çok sıkıntıyı peygamberimiz (sav) çekmiştir ki en sabırlı insanın o olduğu anlaşılsın. Demek, buradan anlaşıldığına göre en çok sıkıntıyı da en büyük zatlar, özellikle peygamberler çekerler ve çekmişlerdir. Onların içinde de en çok sıkıntıyı bizim peygamberimiz (sav) çekmiş ve sabrederek Rabbimizin “Es Sabur” ismine en güzel bir şekilde ayine olmuştur.
Buradan çıkacak bir sonuç ta şudur: En küçük bir şey karşısında parlayanlar, bağırıp çağıranlar küçük insanlardır. Dünyevi makamı ne kadar büyük olursa olsun, küçük bir şeye hemen bağırıp çağırarak karşılık verenler hakikatte küçük adamlardır.
Buradan çıkacak başka bir sonuç ise, nasıl ki ilk okul öğrencisinin imtihanı başka, üniversite öğrencisinin imtihanı başkadır. Soruları da durumlarına göredir. İşte insan manevi olarak terakki ettikçe soruları zorlaşacak, yani karşılaştığı sıkıntıları artacaktır. Her bir imtihanı geçtiğinde daha zoru ile karşılaşacaktır. Dayanabildiği son noktaya kadar bu böyle devam eder. En son başaramadığı sıkıntıda kalacak ve derecesi de yarın ahirette buna göre olacaktır.
Demek ki hepimiz her gün değişik olaylar ile sınanmakta ve sabrımız ölçülmektedir. Madem sabır meselesi bu kadar önemlidir ve madem sabır etmek sıkıntı çekmekle elde edilir; insanda durduk yerde sıkıntıya kendisini atmaz. Bu durumda sabretmeyi nasıl öğrenecektir?
Sabır etmeye alıştıran en güzel şeylerden birisi oruç tutmaktır. Oruç tutmak, özellikle imkanları geniş olan insanlar için kolay değildir. Hele şimdilerde olduğu gibi bu oruç günleri sıcak ve uzun yaz günleri olursa...
İşte, farz olan ramazan orucunu tutan kişi 15-20 saat civarında aç ve susuz kalır ki buna dayanmak kolay değildir. Kişi en yüksek makamda da olsa, dünyanın en zengin kişisi de olsa uzun süren bu açlık ve susuzluğa katlanarak bir çeşit sabır antremanı yapar ve sabretmeyi öğrenir. Bir ay boyunca sabretmeyi öğrenen kişi ramazandan sonraki günlerde de karşılaşacağı sıkıntılara sabretme kabiliyetini kazanır.
Ekseri kavga ve dövüşlerin, hatta pek çok cinayetin bu sabırsızlık yüzünden çıktığı ve kişilerin dünya ve ahiretlerini mahvettikleri düşünülürse bu sabretme özelliğinin ne kadar kıymetli ve önemli olduğu anlaşılır. Eğer cinayet işleyenler bir dakika sabredebilselerdi bu cinayetlerin büyük çoğunluğu işlenmezdi.
Öyleyse oruçlarımızın bu özelliğinden de istifade edip sabretmeyi orucumuz sayesinde öğrenelim, ramazandan sonra daha sabırlı bir hayat sürelim, dünya ve ahiretimizi perişan etmeyelim, inşallah.
…..
GÜNÜN SÖZÜ: “Sabırsız insan frensiz araba gibidir. Nerede kaza yapacağı belli olmaz.”