Geçen hafta cumartesiyi pazara bağlayan gece şehrimizde
meydana gelen hafif şiddetteki deprem bize neler öğretti neler.
Aslında çevremizde olan her şey ve her bir olay bize hal
dilleri ile çok şey anlatırlar amma onların dillerini bilmek gerek. Bunun için
asrımızın dahi imamı Bediüzzaman Hz.leri “hal dili kâl dilinden çok konuşur”
buyurmuşlardır. Eğer hal dilini anlayabilsek o zaman kuşlarda bizimle konuşur,
ağaçlar da; şehirler de bizimle konuşur, dağlar da; binalar da bizimle konuşur,
arabalar da ve hakeza. Daha doğrusu onlar hep konuşuyorlar ve hal dilleri ile
çok şeyler anlatıp duruyorlar. Bunların içinde en önemli şeyleri hal dili ile
anlatan “ölüm”dür. Peygamberimiz s.a.v. şöyle buyurmuşlardır” size iki vaaz
bırakıyorum. Birisi konuşur, birisi konuşmaz. Konuşan Kur’an-ı Kerim’dir, susan
ölüm’dür. Yani ölüm olayı ve ölüm gerçeği insana o kadar çok şey anlatır ki.
İşte o geceki hafif deprem bize çok şeyler anlatmış ve çok
gerçekleri görmemizi sağlamıştır. Bu gerçeklerden birisi; meğer bu insanlar ne
kadar korkakmışlar. Ben onların Allah’ın emirlerini ısrarla yapmadıklarından,
Allah’a karşı geldiklerinden onları oldukça cesurlar zannederdim. Hele Cehennem
azabına, kabir azabına hiç kulak asmamaları “ne kadar da cesurlar” manasını
hatıra getirirdi. Allah’ın emrini yerine getirmeye çalışanlara karşı
efelenmelerine bakınca zannederdim ki hepsi cesur, büyük adamlar; Allah’ın
yasak ettiği şeyleri ısrarla yapmalarına baksan dersin bunlar hiçbir şeyden
korkmayan büyük adamlar.
Meğerse hiç te öyle değilmiş. Meğer onlar çok küçük, çok
korkak insanlarmış. Cenab-ı Hak yeri şöyle hafifçe sallayınca hepsi kaçacak
delik aradılar. Meğerse onlar ne kadar da korkakmışlar.
Zira daha güneş doğmadan Allah’ın ”kalkın, sabah namazını
kılın” emrine kulak asmayan, kılmayanların dünyadaki bir çok sıkıntıdan başka
kabirde Şuca isimli yılan tarafından topuzlanacağı tehdidine hiç aldırmayan bu
insanlar nasılda gece yarısı sıcak yataklarından ayrıldılar, alabilmek için
yıllarca çalıştıkları, nice zahmetlere katlandıkları güzelim evlerini nasılda
arkalarına bile bakmadan terk ettiler. Ne zorluklarla alabildikleri güzelim
eşyaları nasılda bırakıp sokaklara fırladılar.
Meğer yıllarca çalışıp çabalayarak ancak alabildiğimiz bu
evler bize mezar olabilirmiş, güzelim eşyalar bir anda yok olabilirmiş. Meğer
hepsi boşmuş, evimiz, malımız, mülkümüz her an elimizden çıkabildiği gibi meğer
hayatımızda bir anda bitebilirmiş. Ve biz kendimizi bir anda ahirette
bulabilirmişiz. Meğer malda yalan, mülkte yalanmış. Meğer elimizdeki her şey
fani ve geçici imiş ve hakeza ve hakeza.
Öyleyse ey dünyayı elde etmek için gece gündüz çalışanlar,
makamları elde edebilmek için her yolu deneyenler, nefsin üç kuruşluk zevki
için Allah’ın emir ve yasaklarını hiçe sayanlar, Allah’ın azap
tehditlerine karşı kulaklarını
tıkayanlar! Deprem sayesinde açılan gözlerinizle artık bu gerçekleri görün ve
hareketlerinizi ona göre yeniden ayarlayın ve bilin ki; bu dünyada her şey fani
ve boştur,Allah için ve Allah yolunda olanlar hariç.
Bu dünyada ancak Allah’a itaat edenler rahat eder, aziz
olurlar. Allah’a isyan yolunu tutan ülkeler bile rezil ve zelil olmaktan
kurtulamazlar. Allah’a kulluk etmeyenler öyle perişan oluyorlar ki; en rezil
insanların zulmü altında inliyorlar. Acıyoruz amma onlar da buna
müstehaktırlar.
Allah’a isyanı esas tutan ülkeler de düşüyorlar, öyle bir
düşüyorlar ki; zalim devletlerin karşısında titreyip duruyorlar. Zillet içinde
onların emirlerine amade bir vaziyette, kapılarında dilenci olmaktan
kurtulamıyorlar.
Acaba izzetli ve şerefli bir şekilde Allah’a kulluk ederek
yaşamak varken neden bu isyan ve zillet yolu tercih ediliyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder