22 Mayıs 2013 Çarşamba

Depremin bize öğrettikleri




Geçen hafta cumartesiyi pazara bağlayan gece şehrimizde meydana gelen hafif şiddetteki deprem bize neler öğretti neler.
Aslında çevremizde olan her şey ve her bir olay bize hal dilleri ile çok şey anlatırlar amma onların dillerini bilmek gerek. Bunun için asrımızın dahi imamı Bediüzzaman Hz.leri “hal dili kâl dilinden çok konuşur” buyurmuşlardır. Eğer hal dilini anlayabilsek o zaman kuşlarda bizimle konuşur, ağaçlar da; şehirler de bizimle konuşur, dağlar da; binalar da bizimle konuşur, arabalar da ve hakeza. Daha doğrusu onlar hep konuşuyorlar ve hal dilleri ile çok şeyler anlatıp duruyorlar. Bunların içinde en önemli şeyleri hal dili ile anlatan “ölüm”dür. Peygamberimiz s.a.v. şöyle buyurmuşlardır” size iki vaaz bırakıyorum. Birisi konuşur, birisi konuşmaz. Konuşan Kur’an-ı Kerim’dir, susan ölüm’dür. Yani ölüm olayı ve ölüm gerçeği insana o kadar çok şey anlatır ki.
İşte o geceki hafif deprem bize çok şeyler anlatmış ve çok gerçekleri görmemizi sağlamıştır. Bu gerçeklerden birisi; meğer bu insanlar ne kadar korkakmışlar. Ben onların Allah’ın emirlerini ısrarla yapmadıklarından, Allah’a karşı geldiklerinden onları oldukça cesurlar zannederdim. Hele Cehennem azabına, kabir azabına hiç kulak asmamaları “ne kadar da cesurlar” manasını hatıra getirirdi. Allah’ın emrini yerine getirmeye çalışanlara karşı efelenmelerine bakınca zannederdim ki hepsi cesur, büyük adamlar; Allah’ın yasak ettiği şeyleri ısrarla yapmalarına baksan dersin bunlar hiçbir şeyden korkmayan büyük adamlar.
Meğerse hiç te öyle değilmiş. Meğer onlar çok küçük, çok korkak insanlarmış. Cenab-ı Hak yeri şöyle hafifçe sallayınca hepsi kaçacak delik aradılar. Meğerse onlar ne kadar da korkakmışlar.
Zira daha güneş doğmadan Allah’ın ”kalkın, sabah namazını kılın” emrine kulak asmayan, kılmayanların dünyadaki bir çok sıkıntıdan başka kabirde Şuca isimli yılan tarafından topuzlanacağı tehdidine hiç aldırmayan bu insanlar nasılda gece yarısı sıcak yataklarından ayrıldılar, alabilmek için yıllarca çalıştıkları, nice zahmetlere katlandıkları güzelim evlerini nasılda arkalarına bile bakmadan terk ettiler. Ne zorluklarla alabildikleri güzelim eşyaları nasılda bırakıp sokaklara fırladılar.
Meğer yıllarca çalışıp çabalayarak ancak alabildiğimiz bu evler bize mezar olabilirmiş, güzelim eşyalar bir anda yok olabilirmiş. Meğer hepsi boşmuş, evimiz, malımız, mülkümüz her an elimizden çıkabildiği gibi meğer hayatımızda bir anda bitebilirmiş. Ve biz kendimizi bir anda ahirette bulabilirmişiz. Meğer malda yalan, mülkte yalanmış. Meğer elimizdeki her şey fani ve geçici imiş ve hakeza ve hakeza.
Öyleyse ey dünyayı elde etmek için gece gündüz çalışanlar, makamları elde edebilmek için her yolu deneyenler, nefsin üç kuruşluk zevki için Allah’ın emir ve yasaklarını hiçe sayanlar, Allah’ın azap tehditlerine  karşı kulaklarını tıkayanlar! Deprem sayesinde açılan gözlerinizle artık bu gerçekleri görün ve hareketlerinizi ona göre yeniden ayarlayın ve bilin ki; bu dünyada her şey fani ve boştur,Allah için ve Allah yolunda olanlar hariç.
Bu dünyada ancak Allah’a itaat edenler rahat eder, aziz olurlar. Allah’a isyan yolunu tutan ülkeler bile rezil ve zelil olmaktan kurtulamazlar. Allah’a kulluk etmeyenler öyle perişan oluyorlar ki; en rezil insanların zulmü altında inliyorlar. Acıyoruz amma onlar da buna müstehaktırlar.
Allah’a isyanı esas tutan ülkeler de düşüyorlar, öyle bir düşüyorlar ki; zalim devletlerin karşısında titreyip duruyorlar. Zillet içinde onların emirlerine amade bir vaziyette, kapılarında dilenci olmaktan kurtulamıyorlar.
Acaba izzetli ve şerefli bir şekilde Allah’a kulluk ederek yaşamak varken neden bu isyan ve zillet yolu tercih ediliyor?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder