27 Ocak 2011 Perşembe

Fedakârlık!

Bu alemde esas olan fedakârlıktır. Bu mesele çok büyük bir mesele ve çok büyük bir hakikattir. Mesela oksijen ile hidrojen kendilerinden fedakârlık etmişler ve birleşmişlerdir. Bu fedakârlıklarının neticesinde onlara hiç benzemeyen, hatta uzaktan yakından bir ilgisi olmayan “su” meydana gelmiştir. Su’yun ne kadar önemli olduğunu, dolayısıyla bu fedakârlığın ne kadar önemli olduğu gayet açıktır. Zira bütün canlılar sudan yaratılmış ve su olmadan da yaşayamazlar. Şimdi onların bu fedakârlıklarının önemini ve onlar bu fedakârlıkları ile ne kadar faydalı olduklarını ve ne kadar önceki durumlarına göre değer kazandıklarını düşün! Mesela sodyum ve klor; ikisi de zehir. Birleşmişler, önceki özelliklerinden fedakârlık etmişler, yepyeni bir gaye için bir araya gelmişler ve neticede “tuz” meydana gelmiş. İki zehir birleşmiş ve çok ihtiyacımız olan ve yemeklerimize lezzet veren “tuz” meydana gelmiştir. Bu fedakârlık ile o iki zehir ne kadar faydalı olmuşlar ve önceki hallerine göre ne kadar değer kazanmışlardır.
Arabayı meydana getiren parçalara dikkat ediniz. Tekerler, motor, kaporta, ayna, cam, akü vs. Bunların hiç birisi tek başına araba değil. Halbuki bu parçalar bir gaye etrafında birleşince “araba” meydana geliyor. Tek başlarına olsalar ne bir araba olabiliyorlar ne de araba gibi insanlara faydalı olabiliyorlar. Bediüzzaman Hz.leri bu gerçeği “fertte bulunmayan cemaatte bulunur” diye ifade etmiştir. Arabanın tekeri ne kadar önemlidir. O olmadan araba gidemiyor. Ancak o teker madem ben bu kadar kıymetliyim dese ve arabadan ayrılsa hiçbir değeri kalmıyor.
Kâinat da böyledir. Dünya, Ay, Güneş, hava toprak, su, rüzgar, dağlar, denizler vs bir araya gelmişler, kendi şahsiyetlerini terk ederek bir gaye için omuz omuza vermişler. Bu sayede çok kıymetli olan hayat meydana gelmiştir. Onlar hayata hizmet etme noktasında öyle değer kazanmışlar ki tek başlarına olsalar böyle bir değeri kazanmaları hayal bile edilemez.
Tek başlarına hür ve serbest olan iki insan meşru dairede fedakârlık ederek bir araya geliyorlar ve toplumun temelini oluşturan ve neslin devamını sağlayan aile meydana geliyor. Demek yuva kurmak büyük bir fedakârlıktır.
Tohumlar toprağa atılırlar ve kendilerini feda ederler. Bütün bu bitkiler, ağaçlar, neticede bütün bu nimetler ve bütün canlıların istifadesi; bu fedakârlığın neticesine mümkün olmaktadır.
İşte böyle, bu alemde nereye bakarsan bak; canlı olsun cansız olsun bu fedakârlığı göreceksin. Bütün bu faydalı vaziyetler, bütün nimetler böyle fedakârlıkların neticesinde meydana gelmektedir. Demek bu şeyler kendilerinden fedakârlık etmese ve bir gaye etrafında toplanmasalar hem kendi değerleri ve kıymetleri olmuyor, hem de bu harika ve faydalı vaziyetler meydana gelmiyor.
Öyle ise ey insan! Sen de bu alemin bir parçası olduğuna göre, sen de bu umumi kanuna tabi ol! “Ben” deyip tek başına bir kenarda durma! Tek başına olanların omuz omuza veren fedakârlar gibi kıymetleri olmadığı gibi, aynı zamanda faydasız bir şekilde yok olup gitmektedirler. Bir orduya mensup olan bir er veya devlet namına iş gören bir polis nasıl yola durdukları zaman yüzlerce aracı durdurur ve kontrol ederler. Aynı kişiler o mensubiyetten ayrıldıkları zaman bir tek aracı bile durduramazlar. İşte kendinden fedakârlık edip bir oluşumun ferdi olmak ile olmamak arasındaki farkı gör!
Birlik olmak, fedakâr olmak bu alemde umumi bir kanun olduğundan elbette bu kanuna
uygun hareket edenler kazanmakta, başarılı olmaktadırlar. Bu kanuna canlı-cansız her şey dahildir. Dinimiz bize 1400 sene önceden “cemaat, cemaat” diye emretmesine rağmen nedense günümüzde bu birlik ve cemaati ehl-i küfür elde etmiş, birlik sağlamışlar ve dünya üzerinde at oynatmaktadırlar. Bir mesele oldu mu “konuyu birleşmiş milletlere götürelim” diyorlar. Birleşmiş milletler de kim? Hep onlar. Orada Müslümanların söz hakkı olmadığı gibi, müslümanlar, Allah (c.c.)’ın hükümlerinin esas alınmadığı hiçbir oluşumda da yer alamazlar!
Düşünün! Alem-i İslam dinimizin emrini yerine getirerek birlik olsa onların karşısında kim durabilir? Öyleyse dinimizin bir emri olan birliği sağlamadan bu günkü zilletten kurtulmak mümkün değildir. Velev zenci bir köle de olsa, Alem-iİslam onun etrafında toplanıp, dinimizin emrettiği birliği oluşturmadan bu günkü halinden kurtulamaz. Bütün ümidimiz o’dur ve o oluşumu bekliyoruz. Öyle bir oluşumun bir ferdi olmadan ölmeyiz, inşallah!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder