3 Ocak 2011 Pazartesi

Balyoz herkesin başına düştü!

Balyoz plânı gündeme bomba gibi düşünce, başka gündemler onun gölgesinde kaldı. Artık bu plânın bir darbe hazırlığı olduğu su götürmez bir gerçek olarak ortaya çıktı. Hatta, bütün ayrıntılarına kadar tatbik sahasına konmaya hazır bir darbe planı… Gazetelerde manşetler, köşe yazarlarının büyük çoğunluğunun yazıları, haberlerde flaş haber olarak sunumlar, pek çok televizyonlarda en önde gelen yazarlar ve bilen kişilerle açık oturumlar, vs…vs…
Gerçekten garip bir ülkedeyiz. Dünya ülkeleri ne ile meşgul diye şöyle bir baktığınızda, ülkemiz insanının ve koca koca kurumların meşgul oldukları şeyi görünce, güleyim mi ağlayayım mı, diyorsunuz!... Yazık, gerçekten bu ülkeye çoook yazık…
Bana havanda su dövüyormuşuz gibi geliyor. Adeta gerçeği görmemek için gayret ediyoruz. Efendim, bu plân tam bir darbe planı imiş ve suçmuş. Bunu yapanlar yargılanmalıymış(!) Şu yapılmalıymış, bu yapılmalıymış… Hayret doğrusu…
Kardeşim, bu plânın hemen aynısı olan bir 28 şubat sürecini beraber yaşamadık mı? 28 şubatta bizzat bu plânın bir benzeri tatbik edilmedi mi? Elbette edildi… Tatbik edenler de şimdi ellerini kollarını sallayarak gezmiyorlar mı? Geziyorlar. O zaman biz neyi tartışıyoruz? Mesela, bir adam bir cinayeti planlamış amma cinayeti işlememiş; ve biz, bunu suç olarak kabul edersek; bir başkası da bizzat cinayeti işlemiş; Şimdi, hangisi daha büyük suç oluyor?   Şimdi sen, işlenen cinayete hiç bakma, işlenmesi için plân yapılmış bir cinayetle uğraş…olur mu? Eğer, bir şey yapacaksan önce bizzat tatbik edilmiş olan 28 şubat sürecini yargıla ve sorumluları hakkında gerekli cezaları ver. Amma oraya bakan yok! Oyun mu oynuyoruz ne…Ne bileyim, belki de orası mayınlı bölgedir!
Darbe planıymış… Herkes konuşuyor! Kardeşim bu ülkede hiç darbe olmamış değil ki… Yapanlarda şerefleri ile aramızda geziyorlar. Darbeyi planlamak suç ise, darbe yapmak daha büyük bir suç olmaz mı? O zaman neden darbe yapanlar ile uğraşılmıyor? Bir savcı bunun için bir iddianame hazırlamıştı da uçuruverdiler, değil mi?
Öyleyse, gelin de şu meseleye hiç eveleyip gevelemeden, lafı evirip çevirmeden bir teşhis koyalım. Bu kadar darbe ve darbe plânları varsa bunu şahıslarda aramayalım. Çünkü, şahıslar devamlı değiştiği halde darbe ve darbe plânlarında bir değişiklik olmuyor. O zaman problemi başka yerde aramak gerekir. Ben, aynı zamanda sağlıkçı olduğum için tıp dili ile söylüyorum “Teşhis konmadan tedavi olmaz” Aslında bu ölçü bütün toplumsal problemler için de geçerlidir. Problemin ne olduğu tespit edilemezse çözüm de olmaz.
Ben 50 yaşımı geçtim. Darbeler de gördüm, muhtıralar da..28 şubatı da yaşadım. İki yılda bir genelkurmay başkanı değiştiği halde söylemleri hiç değişmedi: İrtica birinci tehdittir. İrtica PKK’dan daha tehlikelidir… ve bu söylemlerini teyid eden pek çok olaylar halâ yaşanmaktadır.
Şimdi… sen, komutanlar daha askeri öğrenci iken, bu subay adaylarına “senin birinci vazifen rejimi korumak ve kollamaktır” dersen, ve düşman olarak ta en büyük tehlike olarak irtica adı altında her türlü İslamî gelişmeyi gösterirsen; namaz kılanı, hanımı örtülü olanı ve dolayısıyla toplumun büyük bir kesimini potansiyel suçlu olarak bildirirsen ve o halkın hür iradeleri ile seçtiklerini rejim için tehdit olarak öğretirsen, elbette bu kişi subay olunca ve hatta general olunca tehdit olarak öğretildiği şekilde halka karşı rejimi koruma ve kolama adına her türlü darbeyi ve darbe planını yapacaktır. O bunun birinci görevidir. Çünkü ona öyle öğrettiniz.
Nitekim bu işlerin ordu içinde öyle saklı gizli yapılmadığı da açıktır. Bunun sebebi bu işler ordunun birinci vazifesi olarak onlar tarafından algılanması, yani zamanında beyinlerine böyle yerleştirilmesindendir. Şimdi de -neden bunları yaptınız? diye onları sorguluyoruz. Generaller kendilerince en birinci vazife olarak bildikleri şeyi yapmışlar ve yapıyorlar. Halkın hür iradeleri başa geçirdikleri hükümeti kendilerince en birinci tehdit ve tehlike olarak algılıyorlar. O zaman elbette onu al aşağı etmek için plânlar yapacaklardır. Direk müdahale etseler ortada müdahaleyi gerektirecek bir sebep olmadığından kabul görmeyecek. O zaman kendilerince darbe yapabilmek için, 28 şubatta yaptıkları gibi, zemin hazırlamak adına pek çok senaryo üretecekler ve üretmişlerdir ve bu senaryolardan birinin adına “balyoz” koymuşlardır. Bu plân başarılı olamayınca sarıkız, ayışığı gibi daha nice senaryolar üretmişler amma bu defa da olmamış. En sonlarda “kafes planı” da plan aşamasında kalmış. 367 garabeti, parti kapatma gibi şeyler de bu plânların birer parçasıdır. Amma bu defa eskisi gibi olmuyor. Planlar, girişimler tutmuyor. Şimdi onlar da kara kara düşünüyorlar, bu tehlikeyi nasıl bertaraf edeceğiz diye. Durum böyle olunca onları nasıl suçlayacaksın? Çünkü, onlar kendilerine verilen ve en birinci vazife olarak bildikleri rejimi koruma ve kollama derdindeler. Kötü bir niyetleri yok ki…  
Evet, kötü niyetleri olmasa da elbette bu işler gizli yapılır amma, artık bu işleri günümüzde saklama imkanı kalmamıştır. Her şey ortaya çıkınca genelkurmay ne yapsın? Evet, “halkın seçtiği hükümet rejim için en büyük tehlikedir” dese, olmaz! “Namaz kılanların, örtünenlerin çoğalmasından şiddetle rahatsız oluyoruz” deseler, kimse kabul etmez. Bu kesime karşı yapılan ve ortaya çıkan darbe hazırlıklarını “evet, haberimiz var” deyip kabul etseler olmaz, kabul etmeseler her şey ortada…Gel de işin içinden çık. İşte Genelkurmay başkanının birbiri ile çelişen ve hiçbir kesimi tatmin etmeyen konuşmalarının sebebi budur.
Zor dostum zor…Bu rejimle, bu sistemle, bu kanunlarla bu ülke ancak bu kadar olur. Ne darbeler biter, nede darbe planları. Sistemin baştan aşağı revize edilmesi gerekmektedir. Bir anayasa maddesinin bile değiştirilmesinin tepkilerle karşılandığı günümüz Türkiyesinde bu revizyonun gerçekleşmesi ise mümkün görünmüyor.  
Ne diyelim? İbrahim Hakkı gibi “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” demekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder