3 Ocak 2011 Pazartesi

Cambaza bak, Cambaza…

Eskiden cambazlar olurdu. Bir yerden bir yere ip gererler, cambaz onun üzerine çıkar ve çeşitli hareketler yapardı. Elbette tehlikeli bir iş yaptığından insanların dikkatini çeker ve herkes ilgi ile onu izlerdi. Seyirciler merakla cambazı seyrederken onun adamları da seyredenlerin ceplerini boşaltırlardı. Eğer seyircilerden birisi cambaza bakmayı bırakırsa cambazın adamları hemen ona -cambaza bak, cambaza, diyerek ikaz ederler, onun uyanarak işlerine mani olmasını önlerlerdi. Cambaza bakan ahali ise cambaza bakmakla ettikleri zararı iş işten geçtikten çok sonra anlarlardı. Amma bu anlamanın ve neticede kaybettiklerinden dolayı dövünmenin onlara bir faydası olmazdı.
Aynen öyle de, belki günümüzde öyle cambazlar yok amma, daha modern olanları var. Eskiden cambazlar belki çok küçük bir gurubu kandırabilirlerdi. Amma şimdiki cambazlar milyonlarca insanı aynı anda meşgul edip, uyutabiliyorlar.
Günümüzün en birinci cambazı televizyonlardır. Bütün toplumun, milyonlarca insanın her gün gözü televizyonlarda. Dünyanın öbür ucunda meydana gelen en küçük bir hadiseden, yerli yabancı dizilere, son zamanlarda pek çok yaygınlaşan komedyenlere, haram helal ölçüsü olmadan yayınlanan konserler, çalgılar ve  çengilere kadar her ne var ise yayınlanıyor ve toplum bunları seyrediyor. Evin içinde çol çocuk, misafirlikte büyük küçük herkesin bir gözü televizyonda. Adeta millet gözünü ondan ayıramıyor. Sanki ölecek olan insanlar bunlar değil, sanki kabre girip toprak olacak insanlar bunlar değil. Sanki bu dünyada hiç bir vazifeleri yokmuş gibi veya önemli değilmiş gibi televizyonlardaki cambazlara bakarak ömürlerini tüketiyorlar. Halbuki, bu cambaza bakarak ömür tüketenler gün geliyor en yakınlarını kabre koyup üzerini toprak ile örtüyorlar. Öyleyse bu gaflet niye?
Halbuki biz insanların ömür dakikaları belli ve sayılı. Daha anne karnında iken ne kadar yaşayacağımız, nerede ve ne zaman öleceğimiz de belli. Bizim bilmeyişimiz neyi değiştirir ki…hepimiz biliyoruz ki bu ölüm bizi bekliyor! Ve bu dünyada yaptıklarımızdan tek tek hesap vereceğiz. Ayrıca, her gün mutlaka yapmamız gereken farz olan vazifelerimiz var. Bakıyoruz, toplumun büyük bir çoğunluğu  bu farzları yapmıyor. Bu farzları yapmamanın cezalarını da okumuyorlar ve maalesef hocalarımız da anlatmıyorlar. Çünkü günümüzde artık azaptan bahsetmek abes karşılanıyor. Ne kadar müjde verirsen o kadar makbul oluyor. Hocalarımız da veriyorlar müjdeyi!
Böylece gafletten gelen bir rahatlıkla ömürler geçiyor! Ölümü, hesabı, azabı düşünmeyince; bir de hocalardan müjdeleri alınca gaflete dalarak televizyonların başında boşu boşuna ve günahlara dalarak ömürler geçmekte ve bu artık yadırganmamaktadır amma, nereye kadar? Evet, sıran gelip te Azrail as karşına dikildi mi, o gaflet uykusundan öyle bir uyanırsın ki, amma ne fayda! Eyvah! dersin amma iş işten çoktan geçmiş olur. İstersin ki diğer insanlar senin haline baksınlar da uyansınlar. Amma o da olmaz. Nasıl sen, senden önce ölen en yakınlarından ders alıp uyanamadığın gibi, diğerleri de seni toprağa koyup gelirler ve geçerler televizyonların başına. En meşhur komedyenler güldürür, bunlar kahkaha atarlar, en güzel kadınlar şarkı söyler bunlar dinleyip keyf ederler. Günler böylece geçip gider. Ta.. ki  Azrail as’ı karşısında görene kadar. O zaman herkes uyanır amma, artık geçmiş olsun! Hz. Ali’nin dediği gibi “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar”
Uyanmaya hepimiz uyanacağız da, iş ölmeden uyanıp vazifelerimizi güzelce yapmakta ve ölüp ahirete giderken azap çekmeye değil, aklın bile hayal edemeyeceği keyifleri sürmek için gitmekte…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder